Bölüm 3

71 13 7
                                    

Yemeklerini yedikten sonra şirkete geri döndüler. Tekrar düzenlenen programlarını gözden geçirip çalışmaya başladılar. Bazen tek başına bazen de grup halinde çalışarak akşam dokuza kadar durmadılar. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadıkları gibi bedenlerindeki yorgunluk tatlı geliyordu. Her zamanki gibi, normal hayatlarının temposunda yorulmak, günün ağrılarından başka ağrı hissetmemek tatmin edici bir duyguydu onlar için. Yine pratik odasında koreografiyi tekrarlıyorlardı. Dance break ekledikleri için bunu bir sonraki şova kadar mükemmel hale getirmeleri gerekiyordu. Saat on bire geldiğinde çalışanlar onları odada yalnız bıraktı, çocuklar kendi çalışmalarına devam edeceklerdi.

Birkaç tekrardan sonra mola verme kararı aldılar, kimisi yerde kimisi gerideki koltukta uzanıyordu. Nefeslerini toplamaya çalışırken Wooyoung'un çığlığı ile hepsi yerinde sıçradı. "SAN! D-DUR!"

"Aman tanrım!" Hongjoong kalkıp çocuğa doğru koştu. San elindeki teneke meyve suyunun kenarıyla göğsünün altını kesiyordu. Hongjoong çocuğun bileklerinden tutup onu durdurmaya çalıştı. "San! Bırak şunu!" Sanki eti kesilen o değilmiş gibi gülen çocuk kaptanın kanının çekilmesine neden oldu. "Jongho buraya gel!" en küçükleri yanlarına geldi ama ne yapacağını bilemedi. "Ellerini ondan ayır." Jongho titreyen elleriyle abisinin bileklerinden tuttu. Hongjoong arkasına geçip çocuğu aksi yöne çekti işini kolaylaştırmak için.

"Wooyoungie! Kırmızı bana yakışmıyor mu!" diye bağırdı. Onun bağırışı zaten korkmuş olan Wooyoung'un ağlamaya başlamasına neden oldu. Seonghwa hyungunun arkasına kaçtı. O San değil. Bunu tekrarlamaya başladı kafasında.

"HALA SÖZÜNDE Mİ DURMAYA ÇALIŞIYORSUN WOO!"

"Sus lanet şey!" Yunho odadaki ter havlularından birini ağzının üstüne örtüp konuşmasını engelledi. Wooyoung'un ne yaşadığını görmüştü, ona verdirdiği sözü de duymuştu. Daha fazla ona zarar vermesine izin veremezdi.

Üçü birlikte onu yere yatırıp sabitlediler. Jongho elinden almayı başardığı teneke parçasını odada bir yere attı. Yeosang başka bir havluyla gelip diğerinin karnına baskı uygulamaya başladı. Yunho hala ağzını sıkıca tutuyordu. Hongjoong ise kalkıp odada gözünü gezdirdi. Sadece San mıydı, yoksa saklanan biri var mıydı bulması gerekiyordu. Diğerlerinde bir gariplik görmedi. "Yun, elini çek."

"Konuştuğunu duymak istemiyorum!"

"Ondan öğrenmem gereken bir şey var!"

Yunho kaptanına baktı emin olamayarak. Ardından diğerini tutmayı bırakıp kalktı. San yüksek bir kahkaha atmaya başladı. Kollarını tutmaya devam eden Jongho onu bırakmadığı için daha fazlasını yapamıyordu. Onun gülüşü diğerlerinin aklıyla oynuyordu sanki, onları korkunun içine çekiyordu. Hongjoong yanına oturdu. "Nasıl onun yerine geçtin?"

San yüzündeki küçümser sırıtışla baktı diğerine. "Hepiniz birer salaksınız!" tekrar gülmeye başladı. "Özellikle de sen kaptan!"

San'ın yüzü bir anda değişmeye başladı. Yanakları ve çenesi siyaha büründü, dudaklarının etrafında demirler belirdi. San'ın gözleri dehşetle büyüdü. Odadaki ışıklar gidip geldi. Şimdi ağzı deri ve demir bir ağızlıkla kapanmıştı. Jongho ne olduğunu anlamadığı için daha çok korkarken altındaki San'ın da ondan çok farklı olmadığını gördü. Onun korkuyla parlayan gözlerini takip etti. Abisine bakıyordu.

Kaptan'a.

Hongjoong'un attığı bir yumruk Jongho'nun geriye sürüklenip aynaya çarpmasına neden oldu. Yeosang yakasından yakalanıp odanın başka bir köşesine fırlatıldı. Seonghwa, Mingi ve Wooyoung'u arkasına çekmişti. Kendisi de yaprak gibi titriyordu ama onları koruması gerekiyordu. Yunho ise onların önündeydi ancak nefes almayı bile unutmuştu. Hongjoong ayağa kalktı yavaşça. Bakışları hala yerdeki San'daydı.

THE DOORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin