Hongjoong ve Wooyoung odanın zemininde nefes nefese uzanıyordu. Camlardan takip ettikleri güneş eğer bir ışık oyunu değilse çoktan iki gün geçmişti. Ve onlar sonunda on beşinci kata ulaşmıştı. Soluklanmaları kaçınılmazdı çünkü yeri geldiğinde suya gömülmüş yeri geldiğinde kovalanmış ve yeri geldiğinde de dövüşmüşlerdi. Açlık, susuzluk ve uyku bedenlerine baskı yapıyordu. Yorgunluk ise çoktan ölüyorum diye bağırmaya başlamıştı.
"Micheal... ruhuna sokayım senin." Dedi Wooyoung nefes nefese.
"Gemide bir yerdedir, git benim yerime de hallet."
"Diğerleri gelmemiş mi?"
Hongjoong boynunu kaldırıp etrafa baktı. On beşinci kat diğerlerinden farklıydı. Üç kapının olduğu geniş kat diğer kanatlardan ayrılmamıştı, uzun koridorlar görünüyordu. Kapılardan biri alt kata diğeri de üst kata ilerliyordu, sonuncusu ise yanlış bodrum katı kapısıydı yani tuzak. Onların cephesinde bodrum kapısı olmadığı için diğerlerinin sesini duymayı beklediler.
"Hyung!"
Hongjoong bedenini zorla zeminden kaldırıp sesin geldiği koridora ilerledi. Mingi ve Jongho. Sevinecekken çocuğun kolunun kanadığını gördü. "Ne oldu!"
"Yedinci katta manyak bir şey karşıladı bizi." Dedi Mingi ve bıçak savurur gibi savurdu sağlam kolunu. "Bu ıskalamış hali hyung, kolumu kesecekti tamamen."
"Siz neden sırılsıklamsınız?"
"Üç farklı katta yüzdük, bir kaptan olarak boğulmaktan korktum." Dedi Jongho'nun sorusuna karşılık.
"Woo hyung boğulmuş sanki." Dedi hala yerde yatan abisine gülerek. Orta parmak aldı cevap olarak. "Diğerleri?"
"Bekliyoruz."
"Gelmeleri uzun sürebilir, değil mi? Dinlenelim." Dedi Jongho ve kendisini Wooyoung'un yanına attı. Cidden çok yorulmuştu. Kapılardaki kilitlerin bir kısmı hiç tahmin edemeyeceği türdendi ama tecrübeleri sayesinde atlatmışlardı. Biraz da kaba kuvvet.
Kanatların bir diğerinden gürültüler yükseldiğinde Hongjoong adımlarını o tarafa yönlendirdi. Bir ihtimal Hwa'yı görmeyi bekliyordu ama gelenler Yeosang ve Yunho'ydu. Onları sağ gördüğüne sevindi. Bodruma inmek için tek gereken son kişilerin gelmesiydi.
"Hyung, kanatlar hiç değişmedi değil mi?" diye sordu Yeosang.
"Bilmiyorum. Yanlış yapmamıza rağmen bizi üst kata yönlendiriyorsa çoktan kaybolmuş olabiliriz."
"Camdan tırmanalım demiştim."
"İki gün kadar geç kaldın Woo, kapa çeneni."
Uzun bir ıslık dikkatleri koridora çevirdi. Hongjoong diğerleri vardı diye sevinecekken arkalarından gelenleri gördü. "HWA!" Onlara doğru koşmaya başladı gerisini düşünmeden. Elini kaldırıp sicimlerden bir bıçak çekti. San ve Hwa yanından geçip gittiğinde o bıçağını savurdu.
Ruhlar. Bu binanın ruhları. Kül ve ateşten oluşan ruhlardan onlarca vardı. Açlıkla bağırıyorlardı. Bıçak saplandığı ruhta kaldığında ise hayatının şokunu yaşadı. Neden parçalanmıyordu?
"Joong! Onlar ruh değil! İnsan!" Hwa kaptanının geride kaldığını fark edip ona doğru koştu. Hongjoong ise bu denli ruha benzeyen şeylerin insan olduğuna inanmakta zorlanıyordu. Onlara ne olmuştu- bu adada ne oluyordu! Bıçağı daha sert çekip geriye kaçındı. Kestiği insan çığlıklar atarak onun üzerine atladı. Hwa'nın sicimleri onları geri ittiğinde Hongjoong biraz daha uzaklaştı ama uzaklaşmakla çözülmüyordu.
"Hwa, yanına birkaçını alıp aşağı in."
"Orada ne olduğunu bilmiyoruz! Sensiz bir bok yapamam!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE DOOR
خيال (فانتازيا)Bir anda kötü ikizinizi karşınızda gördüğünüzü düşünün. Size ve sevdiğiniz her şeye zarar veren biri. Gün doğumunda bütün kanıtlarıyla yok olan bir canavar. peki ya sizden başka kişilerin de başına geldiğini öğrenseydiniz? Peki ya çok daha ağır sır...