İlk Öpücüğümüz Aynı Zamanda Son Öpücüğümüz

189 15 105
                                    


Perde 9
Damatlık,İlk Öpücük, Son Öpücük

Bera

"Kolunu dümdüz tutarsan ölçüyü daha iyi alırım. " dedim karşımda duran gence. Başını sallayıp hafif büktüğü kolunu düzeltti. Mezurayı omzuyla bileği arasında tutup ölçüyü not ettim.

Sürekli açıp kapattığı parmaklarında göz gezdirip mezurayı katladım. Kolumdaki iğneliğe soktum öteki elimdeki iki iğneyi.

"Çok mu heyecanlısın? " Endişe okunan gözlerini açıp kapattı.

"Abi... " Dudaklarını yalayıp havada tutmaya devam ettiği kolunu aşağıya indirdi. "Birini hiç çok sevdin mi? " diye sordu ümitsizce. Başımı aşağı yukarı salladım. "Ben de birini çok sevdim. " Gözleri dalıp gitti ama konuşmak için ağzını araladı. "Çok sevdiğin kişiyi göz göre göre kaybettin mi peki? "

Ben çok sevdiğim birini kaybetmeye çok yaklaşmıştım. Önce Berat'ı kaybetmek üzereydim. Teğet geçmiştim o kaybı. Sonra Baler. Sadece milimler vardı avucumdan kayıp gitmesine. Lâkin gitmemişti, beni terk etmemişti.

"Hayır." derken kapının üstündeki deniz kabukları hafifçe şıkırdadı. Deniz kabuklarını iki ay kadar önce Eflak takmıştı ilk kez bu dükkana geldiğinde, kapının üstüne. Montunun ceplerine doldurduğu kabukları iplik rafından aldığı beyaz iple birbirlerine bağlamıştı.

"Merhaba.Sana yemek getirdim esmer güzelim." dedi heyecanla kapıyı aralayan çocuk. Bileğine taktığı poşetin içinde şıngırdayan sefer taslarının sesini duydum. Eflak soğuğun kızarttığı yüzüyle içeri girdi, ardından kapıyı sıkıca örttü.

"Ölçü mü alıyordun? Yardım edeyim mi sana? " Bıcır bıcır sesiyle konuşurken kafamla masanın çevresindeki sandalyeleri işaret ettim.
Yüzü düştü, başını eğip sandalyeye oturdu üzerindeki Baler'e ait olan montu çıkarıp.

Standın üzerinde durmaya devam eden çocuğa baktım. "Sevdiğini mi kaybettin? " dedim anlayışla.

"Kaybetmedim. Yani hâlâ gözümün önünde. Dokunabileceğim kadar yakınımda ama asla dokunmamam gerekecek kadar da uzağımda işte. Ablasıyla evleniyorum. "Burnunu çekti, sonra kızarık gözlerini ovaladı. Ağlamasına ramak kalmıştı ama kendini zar zor tutup sözlerine devam etti.

"Abi dört mahalle aşağıdan geliyorum. Hiç tanımadığım birini göreyim de derdimi biraz anlatayım diye. Anam kadın hep der anlatırsan azalır, diye. Sanma ki bana acı istiyorum. " Elimi uzatıp omzuna koydum. Teselli verilecek bir durumda değildi. Olayın aslını anlatsa bile dönülecek bir noktada değildi. Yine de bir şeyler söylemek için hazırlandım ama Eflak benden önce davrandı.

"Annen kadın seni kandırmış ki. Derdini anlatırsam çoğalır. Hele ki sevdanı anlatırsan herkese,yandın kardeşim. Artıp durur sadece göreceksin. Dile gelen her şey misliyle katlanır. " dedi bilmiş bilmiş. Kızarık yanaklarını kaşıyarak daha da kızartmıştı.

"Öyle mi dersin gerçekten? " Saf sorusuna gülümsedim damadın. Arkasındaki Eflak'a yönelttiği soruyu bana da soruyordu aslında.

"Doğru söylüyor, anlatma. Çare bulunmayacak bir şeyse hele dillendirmenin mânası yok. Canın yanar sadece. Yarayı deşmek gibi bir şey çünkü. "
Katladığım mezurayı yeniden açıp omzunun sırtının ve belinin ölçülerini aldım.
Eflak'ı dinleyip tek söz etmedi o da bir daha. Pantolon ölçülerini de alıp kumaşın üzerinde ölçüleri iğnelediğim vakit buruk bir tebessümle "Anlaştığımız vakitte almaya gelirim abi. " dedi. Askıya astığı kabanını koluna takıp üzerindeki tek bir gömlekle buz gibi havaya çıktı.

Sevda nasıl bir şeydi de böyle herkese dert oluyordu?

Arkasından bir süre sallanarak yürümesini izledim. Beni düşüncelerimden çekip alan Eflak oldu.
"Yemeğini yemeyecek misin? Isıtıp getirmiştim sıcak yemen için. Soğuk sevmiyorsun biliyorum." Gerginlikten sımsıkı birbirine geçirdiği ellerini masanın altına gizledi ona döndüğümde.

Masaya varıp karşısındaki sandalyeye çöktüm.
İki aydır bırak aramıza alma düşüncesine, varlığına bile tahammül edemediğimi bildiği halde hiç vazgeçmeden denemesinden, bıkmadan usanmadan çevremde dolaşmasından yorulmuştum. Masanın ortasına koyduğu sefer taslarını ittirip çekingen gözlerine baktım.

"Ben senin esmer güzelin değilim, ben senin Eflak; hiçbir şeyin değilim. Son kez söyleyeceğim. Berat seni sevsin. Baler de seni sevsin isterse. Benim için bir anlamı yok. Kalbimde o ikisinden başkasına yer yok.... "

"Ama... "

Elimi kaldırıp durmasını işaret ettim.

"Seni dinlemek istemiyorum. Etrafımda olmanı istemiyorum. Eğer ki birazcık gururun varsa çekip gidersin. Denedik ama olmuyor görüyorsun. Kalbini kırmak istemiyorum. Eski Bera'ya dönüşmek istemiyorum. Baler'in iyileştirdiği Bera'yım ve öyle kalmaya niyetliyim. O yüzden... " Sandalyeden kalktı,masanın etrafından dolaşıp soğuk şubat gününün içeriye dolan aydınlığını stor perdeleri indirerek kesti.

"O yüzden ... " Tekrar sözümü kesti, bu sefer çenemi kavradı. Benim nasır örülü parmaklarımın aksine yumuşacık parmakları dişlerimi acıtacak kadar yüzümü sıktı.

Tepeden bana bakan gözleri dudaklarıma indiğinde ne yapacağını anladım ama ben daha ona karşı koymaya fırsat bulamadan dudaklarımızı birbirine kavuşturdu. Ellerimi karnına koyup ittirmeyi denedim ama canını yakmadan asla çekilmesini sağlayamazdım. Üst dudağımı ağzının içine alıp emerken bacaklarını iki yana açarak kucağıma oturdu.

Omuzlarını kavrayıp kendimden ayırdım Eflak'ı.

"Beni sevmek zorundasın Bera çünkü ben Berat'ı asla bırakmayacağım. Berat için seni, ötekini, herkesi karşıma alabilirim. Eğer canın yanmasın istiyorsan yanımda olursun. Karşımda olmanı tavsiye etmem. İşte bu yüzden... Beni kabullen. İlk öpücüğümüzü de kabullen. " dedi.

Nefesim kesilirken kazağının yakasını kavrayıp masanın üstüne ittim bedenini. Sırtı yuvarlak masanın tahta yüzeyine çarptığında ağzından dökülen acı dolu inlemeyi önemsemedim.
Sabrımın bir sınırı vardı. Herkesin sabrının bir sınırı olurdu.

Küçümser bakışlarımı takınıp parmaklarımı saçlarına geçirdim. "Sen bir romanın, sırf sevdiği için her şeyi yakıp yıkan karakteri değilsin Eflak. Eğer bir romanda olsaydık bile o karakter ben olurdum. Sözlerime kulak ver. Hayatımızdan akıllı uslu çık ya da... " Dolu dolu olan açık kahve gözleri meydan okuyordu bana.

"Ya da ben seni hayatımızdan kapı dışarı edeceğim. Lütfen git ve bunları Berat'a anlat. İki aydır yaptığı gibi seni yine öpsün. Ama o kadar. Eğer birimiz seni istemezsek o yatağı bizimle paylaşmayı bırak, o kapıdan içeri adımını atamazsın. " Avucumda yumuşak dağılan saçlarını bıraktım. Birden boşluğa düşen kafası masaya çarptı.

"İlk öpücüğümüz aynı zamanda son öpücüğümüz Eflak. Canını yakarım. Doğduğuna pişman olursun." dedim elini tutup nazikçe masadan kalkmasına yardım ederek.

Gözlerine dolan yaşları sertçe sildi, montunu alıp kapıyı çarparak çekti gitti.

Arkasından zerre pişmanlık duymadım. Ağzından çıkan tek bir söze bile kefalet vermezdim onun. Kendini büyük sanan küçük biriydi. Hayatın yeterince ezmediği şımarığın tekiydi.
Daha fazlası değil.

***

İyi geceler Eflak severler ve Eflak sevmeyenler...

31.07.24

VURGUN ||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin