Altay yeniden gözlerini araladı. Eli istemsiz bir biçimde yıllar önceden kalan yara izine gitti.
Soyut olan her şeyin arkasında bıraktığı somut bir şeyler daima vardı.
Amerika'dan Türkiye 'ye döndükten sonra, Bora' nın olma ihtimali olan her yere bakmıştı. Her ne kadar karşısına çıkacak cesareti olmasa da, en azından onun iyi ve yaşıyor olduğunu görmeye ihtiyacı vardı. Ama yoktu. Bora en izbe sokaklarda dahi yoktu. Eski gecekondusu ise artık viraneden ibaretti.
Tam yedi yıl boyunca, öz bir kardeş gibi olmuştu kendisine.
Bora'nın ne halde olduğunu merak ediyordu. Geçirdiği o zehir gibi zamanlarda dahi Bora aklının bir ucunda hep olmuştu, çökmemesi ve ayakta kalabilmesi için dua etmişti. "Üzgünüm Bora." dedi içinden. Onu hiç görmese ya da bulamasa da Bora vicdanına hep iltihaplı bir yara olarak kalacaktı.
Altay, önce bir duşa girdikten sonra yemek için hazırlandı. Annesi ve kız kardeşini de alarak, Hazal'ın evine doğru yola çıktılar. Altay annesi ve canından çok sevdiği kızkardeşi işe birlikte yaşıyordu, babası ise ufak işler için şimdilik yurt dışındaydı.
Hazal, Altay için sımsıkı tutunduğu dalıydı. Eğer o çıkmasaydı karşısına, belki şu an felaket bir durumda olacaktı üst üste gelen şeylerle.
Altay, araba kullanırken bir yandan da geçmiş yokluyordu düşüncelerini . Bora'yı unutabilmek ve az da olsa kabusunu düşünmekten kendisi engellemek için yedi ay önceki ilk tanışmalarını düşünmeye başladı.
Bir gün Hazal, yönetici asistan olarak çalıştığı şirkettte ki, önemli bir toplantıya gitmek için çıkmıştı arkadaşının evinden. Arabasını bıraktığı otoparka gittiğinde, arabasını hemen arkasında bir arabanın parkedilmiş olduğunu görmüştü. Kendinden hemen sonra bu araba parkedilmişti ancak bu araba yüzünden arabasını çıkartamıyordu ve toplantıya sadece yarım saat kalmıştı. Sinirden eli ayağı titriyordu.
Kendisine yaklaşan otopark görevlisini gördüğünde ona doğru yönelmiş ve " Arabasını benim arabamın arkasına park eden o öküz nerede Allah aşkına!" diye bağırmıştı. Altay ise, otopark görevlisinin hemen yanında, adamın arabasının anahtarlarını kendine vermesini bekliyordu. Birkaç adım daha öne çıkan Altay, Hazal'ın kendini görmesini sağlamış ve " O öküz benim sanırım hanımefendi, arabamı şimdi alıyorum" demişti sert ses tonuyla.
Az önce sinirden kıpkırmızı kesilen kadın, o an da ise duyduğu utançtan dolayı kıpkırkızı kesilmişti. Kafasını önüne eğmiş ve hata yapmış da annesinden saklamaya çalışan küçük çocuk gibi çekilmişti kabuğunun içine. "Şey... Ben öyle demek istememiştim, yani benim önemli bir..." lafının tamamını bitiremeden genç adam arabasına binmiş ve ayrılmıştı otoparktan.
Hazal, tekrar tekrar lanet etti şansına, çok ama çok rezil olmuş, çok utanmıştı ama zaten bir daha görmeyeceğine göre o adamı, bu kadar kafasına takmasına da gerek yoktu.
Şirkete gittiğinde toplantıya sadece beş dakika vardı, bir hışım girdi patronunun odasına. Son kez dosyalara göz attılar ve toplantı odasına doğru gittiler. Patronu son kez Hazal'ı kollarından tuttu ve azim dolu bir ses ile "Hadi Hazal, içeriye girip şu ihaleyi alalım ve işi bitirelim. Unutma, gözünü doldurmamız gereken, ikna etmemiz gereken kişi Altay Bey! Ayların hakkını bu gün alalım!" demişti.
Patronun kapıyı açmasıyla, arkasından içeriye giren Hazal, gördüğü adam ile küçük bir şok geçirmişti. Aylardır adını duyduğu, övgüleri dinlediği adamın, yarım saat önce öküz dediği adam ile aynı kişi olduğunu öğrendiğinde, kanı damarlarından geri çekilmiş ve eli ayağı boşalmıştı sanki. Elinde ki dosyaları bile zor tutuyor, düşürmemek için hakim olmaya çalışıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEİS
RomanceAşk, yalanın sinsi kollarına sığındı ve koca bir felaket başlattı. Felaket büyüdü, peşine onlarca masum insanın hayatını kattı. Koca bir ihanet, her şeyi ezip yok ederken artık hiçbir şeyin geri dönüşü yoktu. Acımasız bir intikam planı tüm dünyayı...