"Bir şey söyle Hazal. Yalan de, gerçek değil de ama ne olursun bir şey söyle." dedi Altay, ağzından çıkan kelimelerin bile canı yanıyordu.
Hazırdı. İnanmaya gerçekten hazırdı. Hazal bir şey söylese, bu fotoğraflardaki ben değilim dese Altay ona inanmaya dünden razıydı. Allah biliyordu, yalnızca aşık olduğu kadının cümlelerine inanırdı. O ne derse kabul ederdi. Elinde tuttuğu ahlaksızlığın fotoğraflarını bir oyun, bir kurmaca sayardı.
Fakat demiyordu.
Hazal, öylece Altay 'ın yüzüne bakıyordu. O fotoğraflara bakmaya bile utanıyordu. Bakmaya dahi utandığı, fotoğraflarda yer alan o yarı çıplak kadın kendisiydi oysa ki.
Bora Arslanoğlu acımasızlığı ile nam salmış bir psikopattı.
Bunu da yapmıştı. Hazal belki bir gün ağından kurtulurum, beni rahat bırakır diye ümit ede ede sonunda bu rezilliği de yaşamıştı.
İşte bu olay Hazal Yıldırım için son noktaydı. Bir adım sonrasına dahi direnme gücü kalmamıştı. Avuçlarına bırakılan tek kaçış yolunu kullanırken, bir an dahi pişmanlık duymayacaktı.
Canına kıyacaktı.
Altay, sevdiği kadına tükenmiş gözlerle bakarken, onun gözlerinde gördüğü o kabullenmiş ifade yüreğine acımasız bir korun düşmesine neden oldu.
"İnkar etmiyorsun. '' dedi nefes nefese. Elleri titrerken, zar zor tuttuğu üç beş fotoğraf yere teker teker dökülmeye başladı. İnkar etmiyordu. Kabulleniyordu." Oysa ben sana dokunmaya bile kıyamamıştım. Bana bunu nasıl yaptın sen? " dediğinde, Hazal dolu gözlerle Altay 'ın yüzüne bakıyordu.
Kapana kıstırılmış zavallı bir köle gibiydi.
Ve o an dudaklarından dökülen üç beş kelime, Altay' ın yüreğine bir korun daha düşmesine neden oldu.
" Gerçekler diyorsun ya Altay, bana sen de bir anlatsana gerçeklerini. Güneş Aksoy ve Bora Arslanoğlu 'na sen ne yaptın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEİS
RomansaAşk, yalanın sinsi kollarına sığındı ve koca bir felaket başlattı. Felaket büyüdü, peşine onlarca masum insanın hayatını kattı. Koca bir ihanet, her şeyi ezip yok ederken artık hiçbir şeyin geri dönüşü yoktu. Acımasız bir intikam planı tüm dünyayı...