Günler birbiri ardına sıralanırken, zaman da giderek yavaşlamaya başlamıştı.
Hastanede zaman diye bir kavram yoktu. Bir odadan diğer odaya, o odadan farklı bir odaya geçiyordu Beril. Duvarların rengi, makinelerin sesi, kolundaki izler. Her şey aynıydı. Duvardaki saatler sadece dönüyordu. Tam tur döndüğünde bir gün daha geçmiş oluyordu.
Okulu mecburen dondurmak zorunda kalmıştı. Ailesi yanında kalıyordu. Ailesinden kastı annesiydi. Anneannesi ile dönüşümlü kalıyorlardı. Annesi bazı günler işinden izin alıyordu. Beril için farklı tedavi yöntemlerini araştırıyordu. İlik için bağışlara bakıyordu. Zaman annesi için hızlı akıyordu.
Arkadaşları fırsat buldukça ziyaretine geliyordu. Günde birkaç kez bahçeye çıkıp gün ışığı alıyordu onlarla. Sohbetleri okuldan, geçmişten ya da tedavinin gidişatı ile alakalı oluyordu daha çok. Tabii Beril'in moralini yükseltmek için arada sürpriz yapıyorlardı. Hastane ortamında yasak olan her şeyi sürpriz olarak arkadaşları yapmıştı. Can bahçenin ortasında şampanya patlatırken tıpanın hemşirenin kafasına uçması, Behiç ve Nesli'nin fişekleri ateşleyip ortalığı birbirine katması bir süre uzaklaştırma almalarına neden olmuştu.
Metehan da hastaneye uğramıştı. Beril'e olan özür borcu için. Beril affetmeyi tercih ediyordu. İyileşip iyileşmeyeceğini bilmiyordu artık. Umudunu yitiriyordu. Dünyadaki yaşam süresi bu kadardı belki de.
Kaşları da dökülmüştü. Aynaya baktığında artık güzel bir yüz göremiyordu. Hiçbir şey görmüyordu. Teni daha da beyazlamıştı. Bazen içinden vampire mi dönüşüyorum acaba diye geçirip gülüyordu.
Hastanede kaldığı günler boyunca arkadaş edinmişti. Kimi içine kapanık, umutsuz; kimi ise gülmekten vazgeçmeyip, yaşama sıkı sıkı tutunanlardı. Çocuklar bile vardı. Onları görüp üzülüyordu. Ama daha umutlu ve neşeli olmaları Beril'i utandırıyordu.
Şu an olduğu gibi.. Çarşafının altına girmişti. Sessizce ağlıyordu. Göz yaşları yastığının üstüne düşüyordu. Umudunu kaybetmek istemiyordu ama bedeni bu hastalığa daha ne kadar dayanabilecekti. Zayıf ve güçsüz hissediyordu.
Kendini hayata bağlayan çok şey vardı. Pes etmek istemiyordu. Yaşamak istiyordu. Ölüm korkusu koca bir karanlık gibi sarmıştı zihnini. İyi şeyleri düşünmeye izin vermiyordu ki. Karanlık en mutlu olması gerektiği anlarda bile içine işlemişti.
Kapının açıldığını hissedince elleriyle göz yaşlarını sildi ama başındaki çarşafı indirmedi. Gözlerini kapatıp uyuyor numarası yaptı.
"Beril."
Sezin gelmişti. Ağladığını anlardı.
"Uyuyor musun sevgilim?"
Sezin Beril'in başındaki çarşafı başından aşağı indirdi. Beril'in yüzüne doğru eğilip yanağından öptü. Dudaklarında tuzlu bir ıslaklık hissetmişti. Ağlamış mıydı? Kaşları hafifçe çatıldı. Ama üzgün bir ifadeydi bu çatılma. Dayanamadığını hissediyordu Sezin. Her şey çok zor geliyordu. Haksızlıktı. Bütün bunlar haksızlıktı. Mutsuz çocukluğu ve aile yaşantısındaki yalnızlığından sonra Beril'in bu hastalığa yakalanması adil değildi.
Babası her zaman yanında olmaya çalışmıştı. Ama anne eksiliğini hiçbir zaman dolduramamıştı. Yalnız hissediyordu. Beril hayatında var olana kadar.
Duyguları renkli tüplere benzetiyordu Sezin. Beril öfkesini, mutluluğunu, sevgisini, aşkını, hepsini dolduruyordu. Bağımlılık değil, bütünlük hissini yaşıyordu onunla.
Sezin adımlarını perdesi kapalı olan pencereye doğru yöneltti. Perdeyi açtı. Güneş ışıkları içeriyi aydınlatırken Beril'in yüzüne vurmuştu. Rahatsız olduğu kırpıştırdığı gözlerinden okunuyordu.
![](https://img.wattpad.com/cover/158857163-288-k491821.jpg)