Kanalları zaplarken sürekli aksiyon filmlerine denk geliyordum. Neredeyse bir haftadır ondan haber yoktu ve... Sadece biz iyi arkadaştık. Birlikte kısa sessiz ve güzel vakit geçirmiştik. Ama lanet olsun ki sürekli onu hatırlatacak şeylerle karşılaşıyorum. İzlediğimiz bir kaç aksiyon filmine de denk gelmiştim. Hangi müzik kanalını açsam ya Serseri vardı ya da bir sonraki şarkıydı.
"Daldın gittin yine... Hayırdır? Bu sıralar sende bir değişiklik var?"
"Sıkılıyorum. Bunalıyorum. Daralıyorum."
"Bunlar gayet normal."
"İki gün sonra okul açılıyor."
"Yarın doğum günün ve sen bunu atlayıp okulun açılmasına mı takılıyorsun?"
"Biliyorsun ki on iki oldu mu kutlamak falan bana göre değil. Pasta falan istemiyorum. Hele parti hiç istemiyorum. Hediye alırsan da kafanda paralarım ona göre."
"Oha! Sen harbi değişmişsin."
"Babamsız ilk doğum günüm ve inan hiçbir şey istemiyorum."
"Ama kuru kuru kutlamakta olmaz ki!"
"Kutlamasan da olur."
"Tamam. Anlaşılan bana seni takmamak düşüyor."
"Pınar sen gitmiyor muydun?"
"Evet. Gidiyordum."
"Güle güle."
"Tamam."
Aramızdaki sahte tribi atıp gittikten sonra boş boş etrafıma bakındım. En iyisi kitap okuyup müzik dinlemekti. Bu yüzden sehpanın üstünde ters bir şekilde duran kitabımı alıp çatı katına çıktım. Müziği açıp kendimi kurulu olan yatağa bıraktım. Yüzüstü uzanıp kitabı okumaya başladım. Gittikçe hüznün arttığı kitapta ağlamamak elde değildi. Şu yabancı yazarların neden kötü son merakı var ki!?
Kitabın kapağını sinirle kapatıp "Bitirdiklerim" yazılı rafa yerleştirdim. Raf dolmuş hatta taşmıştı. Buraya taşındığımızdan itibaren ne kadar da kitap bitirdiğimin göstergesiydi.
Biraz daha ağlamak istemediğim için çok sevdiğim bir komedi filmini açtım. Türk filmiydi ve çok güzel oyuncu kadrosu vardı. Komedi filmlerinde biraz fazla seçiciyimdir. Yerliyse izlerim. Romantik ve dramda ise yerli olması şart değildir benim için. Çünkü yabancılarında iyi filmleri var.
"Bak sana ne getirdim!"
Filme daldığım için annemin sesi sıçramama sebep oldu. Elindeki kurabiye ve süt olan tepsiyi kenara bırakırken gülümsedi. Çocukluğumdan beri ne izlersem bu ikiliyi getirirdi yemem için.
"Eğer kahkaha sesini duymasaydım bensiz film izlediğini anlamayacaktım."
"Ben kahkaha atmadım ki!"
"Ha ben şizofrenim kafamda kuruyorum."
"Estağfurallah!"
Olabilir yani. Farkında olmadan gülmüş olabilirim. Normaldir. Bu aralar deli gibi davranıyorum çünkü.
Annem yanımdaki yerini alıp ağzıma minik kurabiyelerden birini tıktı. Üstüne sütü içerken bu ikiliyi gerçekten çok sevdiğimin bir kez daha farkına vardım. Kurabiye canavarı gibi davranıp tabağın yarısını bitirdiğimde kendime inanamadım. Bu gidişle kilo alacağım!
"Anne bittiğinde tazeleme. Kilo alacağım sonra!"
"Birşey olmaz..."
"Olur. Bak lütfen tamamlama."
"Ay tamam."
"Onun yerine bana süt getirebilirsin."
"Çikolatada ekleyeyim mi üstüne?"
"Yok. Sade olsun."
Hava kararmak üzereydi ve denizin üzerine çöken yanar dönerli manzara harika görünüyordu. Hemen kareledim. Bu burada dursun diyerekten.
Annem "Akşam yemeği yemeyecek misin?" diye sordu.
"Burada olursa fena olmaz. Aşağıda yemek istemiyorum."
"Bir fikir sunmak istiyorum sana. Burayla ilgili."
"Neymiş?"
"Madem burada kalmak istiyorsun. Bu odayı senin odan haline getirelim. Aşağıdaki odaya da bunları yerleştiririz."
"Fena olmaz. Bir ara bu konu üzerine yoğunlaşabiliriz. Ama şimdi aşağıya inip yemek hazırlayalım."
Anneme ve bana birer tepsi hazırladık. Bir yandan yemeklerimizi yiyip bir yandan sohbet ediyorduk. Konu doğum günüme gelince Pınara söylediklerimin biraz daha yumuşatılmış hâlini söyledim. Konudan konuya atladığımız için bu sefer benim odamı buraya taşıma konusunu konuşmaya başladık.
"Anne buraya yerleşemem çünkü bu puflar duvara monteli ve çıkaramayız."
"Haklısın... E boş oda var ya!"
"Ben onu tamamen unutmuşum! Orada senin eskiler durmuyor mu?"
"Onları da senin odana yerleştiririz."
"Tamam. Sen işe başlamadan önce Pınarı ve teyzemi de çağırırız."
"Anlaştık o zaman."
"Anlaştık."
"Aslında Selim amcadan yardım isteyebiliriz. Daha doğrusu Nuray teyzeden. Fena olmaz. Sonuçta başarılı bir iç mimar. Bize seve seve yardım edecektir."
"Bu da bir seçenek. Hatta bu akşam bize davet edebiliriz."
"Anne yangından mal kaçırır gibi olur mu öyle şey? Bir akşam önceden arayıp davet ederiz. Volkan Amerikadan döndü mü? Sadece başsağlığı dilemek için aramıştı. Ondan sonra görüşmedim."
"Dönmüş diye duydum. Okul için dönmek zorunda zaten de son gün de dönebilirdi isterse."
"Yani... Aman neyse canım! Volkandan konuşmak şu anda isteyeceğim son şeylerden biri."
"Niye kızım! İyi çocuk!"
"Anne bu konu hakkında Pınarı fazla paraladım. Artık sesini çıkartamıyor. Lütfen seni de paralamayayım!"
"Hem konuyu açıyorsun hemde kaçıyorsun. Sende anlat o zaman!"
"Anlatacak bir şey yok."
Önümdeki suyu kafama dikledim. Neyse ki o gün ki gibi bir vaka olmadı.
Bardağı tepsiye koyup tepsiyi kenara bıraktım ve yarı uzanır bir hâle geçtim. Neden Volkan mevzusu açılmıştı ki!? Ah salak ben! Konuyu ben açmıştım! Kapanma sebebi de ben olmuştum. Gerçekten iyi değilim. Bende bir problem olduğu kesin. Hay zeka fakiri! Madem konuşmak istemiyorsun neden Volkanın Amerikadan dönüp dönmediğini merak edip soruyorusun? Sebep!? Neden!? Bu buz gibi havada bile kafamı buz dolu bir kovaya sokmak istiyorum! Ya da baş aşağı durup beynime kan gitmesini sağlamak! Ama ikisinide yapamayacak kadar yorgun hissediyorum. Bütün gün uzanmama rağmen!
***
Bir kaç tık sesinden sonra tamamen gözlerimi açmıştım. Biri cama taş atıyordu. Telefonuma uzanmayı başardığımda gecenin üçüydü ve ürkmüştüm. Önce ödlek ödlek etrafıma bakıp sonrada gözlerimi ovuşturdum. Sese biraz daha odaklandığımda karşı pencereden geliyordu. Korktuğum için dizlerimin üstünde sürünerek pencere ulaştım. Aşağı bakacakken minik bir taş daha atılınca irkildim. En son tüm cesaretimle aşağı baktığımda ağzım bir karış açıldı ve gözlerim daha da büyürken ağzım iki hecelik bir kelime döküldü.
"Yiğit...!"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEK
أدب المراهقين"Meleğim... Tüm İstanbul şahidim olsun ki seni herkesten her şeyden çok seviyorum. Geceme güneş gibi doğdun ummadığım bir anda. O güneş hiç batmasın istiyorum. Benimle... Evlenir misin?"