Zamanım daralıyordu ve benim doktoru arayıp bir karar verdiğimi söylemem gerekiyordu. Ama kahretsin ki ben bu savaşın başından beri kaybeden taraf olduğuma inandırmıştım kendimi.
Yiğitle ilişkimiz tam anlamıyla oturmuştu. İki gün önce sahilde hayalini anlattığından beri kendimi tamamiyle onun hissediyordum. Ama aklım onu kendi hayatına bırakmamı ve eğer bana bir şey olursa en azından onun üzülmesini önlememi söylerken kalbim zıttını söylüyordu.
Bedenimdeki duygu karmaşasıyla odada volta atıyordum. Bugün çatı katını düzenleyecektik ve Yiğitin gelmesini bekliyordum. Bir yandan da ona nasıl davranmam gerektiğini düşünüyordum. Dün okula gitmiştik ve gayet normal davranmıştım. Ama bugün araya mesafe koymaya başlayıp başlamayacağımı düşünüyordum.
Kapı çalınca derin derin nefesler aldım. Aşağı inerkende kendime hakim olmaya çalışıyordum. Kapıyı açınca "Hoşgeldin." deyip dudaklarımı gülümseme ile oynatmaya çalıştım. "Hoşbuldum canım." deyip yanağımdan öptü ve yanıma geçti. İki tanede işçi getirmişti. İşimizi hemen bitirmek istiyorduk çünkü bitirip dinlendikten sonra bana araba kullandıracaktı.
Çatı katındaki pufları zor olsada sökebilmiştik. Yatağı kaldırınca sadece televizyon ve kitaplık kalmıştı. İşçiler önce yatağımı sonra komidini çalışma masamı ve en sonda kıyafet dolabımı yerleştirdiler. Kolileride bırakıp gittiler. Ben kıyaftlerim ve iç çamaşırlarımı Yiğitten gizli yerleştirirken o da şifonyerimi diziyordu. Bir ara adımı resmen haykırdı. Korkuyla arkama dönüce bir elindeki poşetin içindeki örgülü saça bir de bana bakıyordu bembeyaz bir hâlde. Surat ifadesine dayanamayıp gülmeye başladım.
"Bu ne!?" deyip korkuyla şifonyerin üstüne bıraktı.
"Benim saçım."
"Ne!? Senin mi?"
"Evet."
"Ama..."
"Babam ölmeden bir kaç dakika önce saçımı örmüştü. Elimi saçıma bile atmadan... Öyle olunca bir daha dokunamayacağı için ördüğü yerden dokunmadan kestim." dedim sesimdeki kırgınlığı gizlemeye ve ayakta durmaya çalışırken.
"Özür dilerim aşkım. Birden görünce korktum."
"Önemli değil canım. E sen daha bitirmedin mi Yiğit?"
"Tamam! Kızma bitiriyorum."
O işine dönerken bende kaldığım yerden devam ettim. Son çamaşırıda yerleştirdikten sonra kendimi yatağa bıraktım. Yiğitin de işi bitince mutfağa kahve hazırlamaya gitti. Onu çok seviyordum. Daha önce hissetmediğim şeyleri hissediyordum. Çocukça ve aptalca şeyler değil. Daha olgun ve daha mantıklı şeyler. Ona baktığım zaman sadece hayranlık hissetmiyordum. Ona baktığım zaman soyutlaşıyordum. Saçıyla oynadığım zaman göğsünde uyuduğum zaman bana 'Meleğim' dediği zaman kayboluyordum.
Elinde kupalarla odama girdiğinde yerimden doğruldum. Uzattığı kahveden bir yudum alıp başımı geriye doğru attım.
"Meleğim neyin var? Yorgun gibisin?" diye sorunca hafifce gülümsedim.
"Bir şeyim yok. Gayet iyiyim."
"İlaçlarını kullanıyorsun değil mi?"
"Evet."
"Peki bana söylemek istediğin bir şey var mı?"
"Hayır. Ne olabilir ki?"
"Ama benim sana söylemek istediğim bir şey var."
Heyecanla ona döndüm. Umarım tahmin ettiğim şeydir.
"Ben..." derin bir nefes alıp "İki senedir anti depresan kullanıp psikologa gidiyorum ve... Bunu sana söylemekte neden bu kadar zorlandım bilmiyorum." dedi. İçimden 'Oley?' diye bağırıp dans etmek geliyordu. Ama bunun yerine kahvemi bir kenara bırakıp sol elimle yanağını avuçladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEK
Teen Fiction"Meleğim... Tüm İstanbul şahidim olsun ki seni herkesten her şeyden çok seviyorum. Geceme güneş gibi doğdun ummadığım bir anda. O güneş hiç batmasın istiyorum. Benimle... Evlenir misin?"