Masaya doğru şaşkın adımlarla yanlarına yürüdüm. Beni gördüklerinde Pınar ve karşısındaki ayağa kalktı. Yiğitle ise şaşkın şaşkın bakışıyorduk.
Pınar "Barış Hazan benim kuzenim. Barış. Yiğitte Barışın kuzeni." diye işaret ederek tanıştırdı.
Barışla el sıkıştıktan sonra sandalyeye oturdum. İkiside Yiğitle el sıkışmamış olmama takılmış olmalı ki bana değişik bakıyorlar.
"Hazan."
"Yiğit."
İkimizde aynı anda birbirimizi tanıtınca gülmeye başladık. Yiğit Barışa beni gösterdi. Bende Pınara Yiğiti gösterdim.
Pınar "Aynı okulda olduğunuzu bilmiyordunuz değil mi?" diye sorunca "Hayır." diye cevapladım.
Yiğit "Ee ne yaparsın? A... Her neyse!" diye bir şeyler geveleyip garsona seslendi.
"Hangi bölümdesin?"
"Reklam tasarım."
"Diğer kampüstesin yani. Seni görmemem gayet normal o zaman."
"Evet. Aslında görmüş olman lazım buralara çok sık gelirim. Zaten mecburum. Okulumuzun aynı bahçede iki binası var ve sanki çok farklı yerdeymiş gibi ikisinede farklı ad koyup kampüs demişler."
"Yani... Nasıl desem... Benim gözüm pek... Anlayacağın hiç bir zaman erkek avcısı olmadım."
"Haklısın. Gitmek isteyene her yer Paris hesabı."
"Aynen."
Saçma sapan bir muhabbetin içindeydik ve Allah garsondan razı olsun. Yoksa daha da saçmalayabilirdik.
Pınar elindeki saate bakıp "Bizim dersimizi başlamak üzere. Daha sonra görüşürüz." diyerek ayağa kalktı. Bende ayağa kalkınca diğerleride ayaklandı. Yiğit kulağıma yaklaşıp "Sanırım artık tam anlamıyla arkadaş olduğumuza göre telefon numaranı alabilir miyim?" diye sordu. Bende aynı şekilde "Haklısın. En azından gecenin bir vakti gelmeden önce haber verirsin." deyip telefonunu istedim. Şifreyi girip verdi. Ana ekranında çok güzel bir kadın ve iki tane yakışıklı adamla olan arkası yeşillik bir yerde çekilmiş fotoğraf duruyordu. Kadın 50 yaşlarında görünüyordu. Adam da o civarlardaydı ve Yiğitin kopyasıydı ama diğeri gençti. Yiğit zaten Yiğit. Sanırım annesi babası ve telefondan duyduğum kadarıyla abisi olmalıydı.
Fotoğrafı kafamın içinde yorumlarken numaramı yazıp kendimi bile aramıştım. Telefonu ona uzatıp Barışa "Çok memnun oldum. Sonra görüşürüz." dedim ve Volkanın delici bakışlarına aldırmadan kafeden çıktık.
Pınara "Sözleşmemiştiniz değil mi?" diye sorunca yanakları kızardı.
"Senin gelmeni bekliyordum. Gözüm kapıdaydı. İçeri girdiklerinde yani bakıyorum tanıdık geliyor..."
"Öyle bir anlatmıştın ki! Çocuğun yüzünü milim milim ezberledin sandım."
"Abart zaten sen! Hem Yiğitle kulaktan kulağa ne konuştunuz bakayım?"
"Bir şey söyleyeceğim ama abartmak yok."
"Duruma bağlı."
"Yiğit gece bize geldi."
Ben fısıldayarak söylemiştim ama Pınar "Ne!?" diye çığlık attı. Bir kaç kişi dönüp bize bakınca mahçupca gülümsedim.
"Ciddi olamazsın!? Hangi gece?"
"Doğum günümden bir gün önce. Daha doğrusu gece olduğu için 27 eylül sayılır. Saat üç müydü dört müydü hatırlamıyorum ama cama taş atıyormuş onun sesi uyandırdı beni. Git dedim gitmedi. İçeri aldım. Gün ağarmadan gitmeyeceğini söyledi. Bizde güneş çıkana kadar sohbet ettik."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEK
Teen Fiction"Meleğim... Tüm İstanbul şahidim olsun ki seni herkesten her şeyden çok seviyorum. Geceme güneş gibi doğdun ummadığım bir anda. O güneş hiç batmasın istiyorum. Benimle... Evlenir misin?"