Akşam yemeğini otelin sahibi ile birlikte yiyeceğimiz için biraz özendim. Ben Pınarın saçlarını ördüm. O da benim saçlarıma maşayla dalgalar verdi. Elbisemi giyindikten sonra siyah bileğe kadar olan kalın topuklu botlarımı giyindim. Sadece rimel eyeliner ve parlatıcı üçlüsüyle sade bir makyaj yaptım. Zaten hava soğuk olduğu için yanaklarımın kızarıklığı allık havası veriyor.
Boynuma gri kaşkolu dolayıp siyah parkamı giyindim. Telefonum olmadığı için çantaya ihtiyaç duymadım ve cüzdanımı Pınarın çantasına koydum. Kapı tıklanıncada aynada son kez kendime bakıp kapıyı açtım. Göz göze geldiğimizde sert bakışları yumuşadı. Bugün sende ne var Yiğit? Bir çözebilsem...
Üstündeki krem rengi gömlek ve altındaki siyah renk pantalonla yine uyum içindeydik. Bizim bu habersiz uyumlarımızda yok mu! Sevgiliymişiz havası veren uyum!
Pınar ve Barışın konuşmaları Yiğitin arabadan inmeden önce yaptığı kısa açıklama dışında sessiz geçen yolculukta dışarıdan çok lüks içeriden Çırağana benzeyen restauranta ulaştık. Kapıdaki görevli parkamı bile aldı. Çoğu kişinin şivesi vardı ve alışılagelmişin dışında kaldığı için hoşuma gidiyordu.
Deniz ve gemi manzaralı masanın başında otelin sahibi bizi karşıladı. Biz oturduktan sonra masaya teker teker yiyecekler gelmeye başladı. Hepsi öyle lezzetli görünüyordu ki! Hapur hupur yiyip ağzımı yüzümü yemeğe bulamak istedim ama elbetteki böyle bir şey yapmadım.
Yemek boyunca Yiğit ve Barış adının Cemal olduğunu öğrendiğim otel sahibi ile iş konuştular. Bir ara bizimle mini bir sohbet etti. Ama onun dışında öğrendiğim mal varlığı neredeyse boğulmama sebep olacaktı. Yatlar katlat rezidanslar oteller! Ve Yiğitin babasıyla amcasının ortak yönettiği reklam şirketiyle iş yapıyormuş. Yani otellerin falan reklamını Cesur bey ve yine adınıda daha yeni öğrendiğim Barışın babası Mert bey yapıyormuş. İş muhabbetinden dolayı kaşkol sanki beni boğuyordu.
Niyahet biten yemeğin ardından aynı sessizlikte geçen yolculuk sonucunda otele vardık. Bugün çok yorulmuştum. Başım fena halde ağrıyordu. Ama ayakta duracak halimin bile olmamasına rağmen Barış ve Pınar odalara geçince Yiğiti durdurdum.
"Bir şey mi oldu?"
"Evet."
"Ne oldu? İyi misin? Bir yerin ağrıyor mu? Neden gözlerinin altı morarmış?" diye soruları ardı ardına saydı. Endişeli hâli aptal beni mutlu etmişti.
"Benim bir şeyim yok Yiğit. Sen iyi değilsin. Anlayabiliyorum heralde."
Gözlerini devirince derin bir nefes aldım ve taksit taksit geri verdim.
"Bu mu yani? Sorun ben miyim Melek? Kafana taktığın şey karşında gördüğün gerizekalı mı?"
Gözlerimi pörtleterek kendine gerizekalı demesine takıldım. Sesi her kelimede daha da yükselmişti.
"Ne saçmalıyorsun sen!? Kendine gel! Ne oluyor bugün sana!? Sabah normaldin. Gün ilerledikçe farklılaştın! Neden bana anlatmıyorsun!?"
"Anlatılır gibi değil çünkü! Zamanı gelince sende öğrenirsin ama şimdi değil!"
Hışımla odasına girip kapıyı sertçe kapattı. Anlatmak istediği neydi ki? Acaba psikolojik problemlerinden mi bahsetmek istiyordu? Ama bu kötü bir durum değil ki! Ya tamam kötüde neden benden saklıyor?
Kapısını sertçe çaldım. Açınca yüz ifadesinde gram oynama yoktu.
"Yiğit biz neyiz? Ben senin neyinim? Ve en önemlisi neden benden bir şeyler saklıyorsun? Ben sana herşeyimi anlatmadım mı? En ufak bir detayı atlamadan! Ama sen benden bir şeyler saklıyorsun! Puzzlen eksik parçaları var! Hissedebiliyorum bunu! Boğulduğum o okyanusa bakınca anlayabiliyorum! Cevap vermeni istemiyorum. Yarına kadar düşün. Ve bana tüm eksik parçaları yerleştirip puzzle tamamlayacağına söz ver!"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEK
Teen Fiction"Meleğim... Tüm İstanbul şahidim olsun ki seni herkesten her şeyden çok seviyorum. Geceme güneş gibi doğdun ummadığım bir anda. O güneş hiç batmasın istiyorum. Benimle... Evlenir misin?"