"Teyze lütfen ağlama. Pınar zaten heyecanlı. Bir de kız sana üzülmesin." dedim Pınarın içeride oluşunu fırsat bilerek.
"Tamam. Ağlamayacağım." derken bile burnunu çekip gözyaşlarını sildi. Pınar bana seslenince içeriye girdim. Beyazlar içine o kadar güzel görünüyordu ki!
"Harika görünüyorsun!" dedim hayranlığımı belli ederek. Gözleri doluydu. Ama mutluluğu her halinden belliydi. İncitmemeye dikkat ederek sıkıca sarıldım.
"Umarım bir ömür de bu kadar mutlu olursun balım!"
"İnşallah!" dedikten sonra aynaya baktı ve parmaklarını gelinliğinin üzerinde gezdirirken "Karnım çıkmamış değil mi? Sakata gelmeyelim." dedi.
"Saçmalama Pınar! Bir ay bile olmamış daha. Hiçbir şey de belli değil. Her neyse otur da makyajını yapalım."
Gelinliği kirletmemek için üzerine çarşaf örttük. Makyajı bittikten sonra içeri geçtik ki geçmez olaydık. Teyzemle ağlayıp birbirlerine sarılmaya başladılar. Annem de dolu gözlerle bana döndü ve çok büyük bir ciddiyetle "Ben seni evlendirmeyeceğim. Ömrüm boyunca dizimin dibinde olacaksın." deyince gülmeye başladım. Aynı ciddiyet yüzünden silinmeyince boğazımı temizledim.
"Sen... Ciddisin?"
"Elbette ciddiyim. Söyle o Yiğite ben kızımı falan vermeyeceğim."
"Anneciğim duygu patlaman bittikten sonra normale dönersin." dedim ve Yiğite çabuk gelmeleri konusunda bir mesaj attım. Yoksa annem beni bir kuleye hapsedecekmiş gibi görünüyor. Çoktan istediler bile ama annem...
Kapı çalınca hareketlenip girişe doğru ilerledim. Karşımda takım elbiseli ve çok yakışıklı -Yiğit daha çok- iki tane adam duruyordu. Bir de arkada fotoğrafçı. Barış kıpır kıpır yerinde duramıyordu. Yiğit ise anlamlandıramadığım bir yüz ifadesiyle beni süzüyordu.
"Sencede bu elbise fazla kısa değil mi hayatım?"
"Yiğit hatırlatırım senin istedğin elbiseyi aldık."
Dizimin hemen üstünde bitiyordu ve kolsuzdu. Elbisede hiçbir açıklık yoktu.
"Ne yani? Çirkin mi görünüyorum?" diye sorunca elleriyle yüzümü avuçladı ve alnımı öptü.
"Birtanem sen ve çirkinlik birbirinden çok uzak iki kavram. Çok ama çok güzel görünüyorsun. Bunu düşünmene sebep olduğum için özür dilerim."
Onun yüzünden buz kesen bedenim yine onun yüzünden alev alıyordu. Dokunduğu yerlerde papatyalar açıyordu.
Onlar dışarıda beklerken içeridekileri çağırdım. Dışarı çıkınca Barış bizim olduğumuz tarafa döndü. Gözleri Pınarı süzerken yavaşça yaşlarla doluyordu. Boşta kalan eliyle ağzını kapadı. Yiğitin göğsüne sokulmadan önce dudak büzerek "Beni gelinlikle görünce ağlamazsan seni nikah masasında bırakırım." diye tehdit ettim.
"Niye ağlayım ki?" deyince parmağımla Barışı işaret edip "Hatırlatırım." dedim. Yanağımı öptükten sonra elini belime doladı. Bende kollarımı göğsümde kavuşturdum. Barış kutudan Pınarın papatyadan gelin tacını çıkarıp başına yerleştirirken çok güzel görünüyorlardı. Çiçeğini de eline verdikten sonra birbirleriyle bakıştılar kısa bir süre ve ardından sıkıca sarıldılar. Yiğitin beni izlediğini hissedebiliyordum. Gülümseyerek ona baktım. Saçlarımın üzerine bir öpücük bırakırken karnımın üzerinde duran elimi tuttu. Onu göğüs kafesimin içine sokup kalbimde hapsetmek istercesine sıkı bir şekilde sarmak istiyordum. Çok sıkı. Sımsıkı. Kokusuna doyana kadar.
Biz onlardan önce nikah alanına yanı evlerine gittik. Çünkü fotoğraf çektireceklerdi. Evin bahçesindeydik ve hava şansımıza güzeldi. Her yer kusursuzca süslenmişti. Baharı müjdeleyen bir rüzgar esiyordu. Yerlerde minik minik çiçekler vardı. Nikah masasının üstüde o çiçeklerle kaplıydı. Her şey çok güzeldi. İki gün içerisinde bunların olması şaka gbi gelebilir ama iki gün içinde harikalar yarattılar ve Pınarın gelinliği ve ayakkabısından başka hiçbir şeyden haberi yoktu. Ama buna bayılacağına emindim.
"Melek!"
Yiğitin seslendiği tarafa doğru döndüm. Eliyle gelmemi işaret etti. Nikah masasının yanında duruyordu. Yanına gittiğimde boş boş bakışlarıma maruz kaldı.
"Ne oldu?" diye sorunca "Barışa ulaşamıyorum. Pınarı arar mısın?" dedi. Başımı olumlu anlamda sallayıp masaya doğru ilerledim ve Pınarı aradım. Barış telefonunu evde unutmuş. Yolda olduklarını Yiğite söyledim ve etrafta yapılacak bir şey olup olmadığını süzdüm. Gözüm kapıda beklerken Cesur beyi gördüm. Yiğitin yanına gidip Cesur beyin geldiğini söylediğimde elimi tutup yanına götürdü.
"Çok güzel görünüyorsun Hazancığım." deyince "Teşekkür ederim Cesur bey." dedim.
"Lütfen bey kelimesini ortadan kaldıralım. Günde yüzlerce kez duyuyorum zaten." deyip güldü.
"Peki. Cesur... Amca?"
O kahkaha atarken sanki karşımdaki Yiğitti. "Olur." derken gülümsüyordu. Onu annemim yanına götürdüm ve tanıştırdım. Daha sonra kardeşinin yanına gitti. Yiğit nikah memurunu karşılarken annem Cesur bey pardon Cesur amca hakkındaki görüşlerini sıralıyordu ki kopan alkışla kapıya döndük ve bizde bu tufana kapıldık. İki gün içinde hazırlanan bir düğün için her şey fazla harikaydı.
Onlar yerlerini aldıktan sonra bizde Yiğitle birlikte masaya oturduk. O kadar farklı bir duyguydu ki o nikah masasında oturmak! Şahitlik bile aşırı heyecanlıydı. İmza atarken elim ayağıma dolandı. Onlar tek başlarına dans ettiler ve sonrada pasta kestiler. Annem teyzem Cesur amca Mert bey ve Belgin hanım haricinde sadece biz vardık. Bir de Yağızla Melis. Başka kimsenin olmasını istememişlerdi.
Hep beraber yemek yiyip sohbet ederken Pınar kulağıma "Çok fena midem bulanıyor. Kusacağım galiba." dedi ve özür dileyerek birlikte masadan kalktık. Saçını tutarak rahatlamasına yardımcı olmaya çalıştım. Suyu içtikten sonra ağlamaya başladı.
"Sakin ol canım. Neden ağlıyorsun?"
"Bilmiyorum. Bir anda çok kötü oldum. Ne bileyim..."
Sarılıp rahatlamasını gerektiren bir kaç şey söyledim. İyi olduğundan emin olunca makyajını tazeledik ve dışarı çıktık. Gecenin geç saatlerine kadar çok güzel geçen törenin ardından onları başbaşa bıraktık ve evlerimize dağıdtık. Annemden izin aldıktan sonra annemle teyzemi eve bırakıp Yiğitle kulübeye gittik. Nedenini bilmiyorum ama içimizden öyle geldi.
Kulübeye girince ürperdim. Her şey burada başlamıştı. Ben o gece buraya gelmeseydim Yiğiti tanımayacaktım. Aşkı tatmayacaktım. Aldatılmış ve depresyondaki küçük kız çocuğu olarak yaşayacaktım. Onunla şu minnacık yerde sessizliğimizi paylaşmak bu zamana kadar verdiğim en doğru karardı.
Koltuğa oturduk ve hafif nem kokan pikeyi üstümüze sardı. Dizime yatınca saçıyla oynamaya başladım.
"Hatırlıyor musun? Ben aksiyon filmi açardım. Sende sinirlenirdin..."
"Evet! Hem de çok sinirlenirdim."
"İşte ben onu bilerek yapardım. Sırf sen kollarını göğsünde kavuştur dudağını büz de izleyeyim diye."
Derin nefes aldım ve yavaş yavaş verdim. "Ya pislik!" diye çemkirdim. Bu tepkim Yiğitin gülümsemesini derinleştirdi.
"Sonra ben eve gitmiştim. Bir hafta dönmemiştim ya... Ben her gece senin evine geliyordum ama yanına gelmeye cesaret edemiyordum."
Araya giren kısa sessizliği bozan ben oldum.
"Sen benim mucizemsin okyanus göz."
"Sen de benim mucizemsin sonbahar gözlüm."
Gülümsedim. "Sen bana hiç sonbahar gözlüm demezdin..." dediğimde "Bilmem. Sen komadayken çok dedim. Oradan kaldı galiba." dedi. Ardından gülümsemesi derinleşirken gözlerini devirdi.
"Saçımla biraz daha oynarsan uyuyacağım."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEK
Teen Fiction"Meleğim... Tüm İstanbul şahidim olsun ki seni herkesten her şeyden çok seviyorum. Geceme güneş gibi doğdun ummadığım bir anda. O güneş hiç batmasın istiyorum. Benimle... Evlenir misin?"