Yavaş adımlarla çıkıyorum merdivenleri. Hiç ilerlemek istemediğim bu yolda ilerliyorum, ilerliyorum ve içimde yaşadığım her fırtına öncesi sessizliğin haykırışlarını duyuyorum. Biliyorum, duyuluyor. Hani olur ya; çok heyecanlanır veya korkarsınız ve o korku veya heyecan tam kalbinize yakın bir yerde bir gerilme, bir doluluk ve kıpırdanma hissi yaratır. Adımlarınız geri geri gider ama yapmak zorundasınızdır, başka çare yoktur. İşte tam da bunu yaşıyorum... O kapıdan girilecek. Bugün o kapı açılacak ve ben o haykırışları içimde bir kez daha duyacağım.
Durmuştum kapının eşiğinde, bakıyordum öylece. Sanki her içeriye süzülüşümden sonra yaşadığım yalnızlıklar bir bir yansıtılıyordu kapıya. Biri oyun mu oynuyordu benimle? Yalnızlığımdan zevk alan birileri mi vardı? Kimin yalnızlık haykırışları bunlar? Madem yalnızlığa mahkûm edilmişim, madem beni yalnızlığa itip koca bir sessizlik denizinde yüzdüreceksiniz, susun! Dalga geçer gibi gülüşmeyin içimde. Rahat bırakın beni.
Anahtarlarımı yavaşça çıkardım çantamdan, titreye titreye açtım kapıyı. Bir sürü ses var içeride, bir an durup kulaklarıma ellerimi bastırıp seslerin azalmasını sağlamayı düşündüm. Yapamadım. Bakındım sağa sola, herkeste bir neşe bir gülümseme. Hiç kimse görmüyordu beni ya da görmezlikten geliniyordum. Ben onların huzurunu mu bozuyordum, neden istenmiyordum?
Gülümseyerek izliyordum ben de onları, mutluluklarını. Tek beklediğim onlardan bir "Hoşgeldin." kelimesini duymak. Demiyorlar. Gözlerim doluyor, ağlayamıyordum. Susuyordum ve bekleyecektim. Bir gün diyeceklerdi. Bir gün gelecek ve ben bu kapıyı açmak için sabırsızlanacaktım. Şimdi geri çekilmeliyim, her zaman yaptığım gibi. Gözlerimdeki yaşlarla, ufak bir tebessüm yanaklarımda... Arkamı döndüm tüm neşelere kahkahalara. Yankılanıyordu sesler arkamda. Başımı öne eğmiş, kendimi toparlamaya çalışıyordum. Adım atmaya çalışıyordum, olmuyordu. Sanki adım atsam içimdeki her şey yerinden oynayacak ve kendimi tutamayıp yığılacaktım olduğum yere. Çığlıklar arasında ağlayacaktım. Kimse gelmeyecek yanıma, yalnız olacaktım yine, susacaktım bir süre sonra. Tavanı izleyecektim sadece. Güzel şeyler düşünüp, olmalarını dileyecektim.
Bir şeyler hayal etmek bile bir nevi güç veriyordu bana. Güçlü olmaya ve tutmaya çalışıyordum kendimi. Başımı kaldırdım ve odama doğru ilerledim. Bir kapıyı daha arkamda sessizce kapatarak, o geceki yalnızlığımla sohbet etmek üzere geçtim pencere kenarında duran yatağıma. Aldım elime bir kalem ve bir kağıt. Başladım yazmaya. Durmadan yazdım, yazdım, yazdım...
Kim ne derse desin yazacaktım. İçimdeki kanı akıtacaktım. Bakmayın siz bana. Yalnız değilim. Bir kalem ve kağıdım var benim. Toprakla buluşana kadar yanımda olacaklar. Onlar dinliyor beni, sohbet ediyorlar benimle. İçerideki sesleri bastıran tek ses, kağıdımın üzerinde dans ettirdiğim kalemimin sesiydi.
Yine de istemiyor değildim; kapının birden açılıp gülen bir yüzle bana bakan bir ailenin beni yanına çağırılıp, benimle eğlenmek istemelerini. Dedim ya bekleyeceğim. Yine susuyor ve bekliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek Taneleri
PoetryHer hikâyenin, her romanın bir yalnız, hüzünlü ve mutsuz başrol oyuncusu vardır. Karanlık odalarda benliğiyle savaşırken, gözyaşları süzülür tane tane, yanaklarından çene kıvrımına doğru. Bir kelebek girer o karanlık odaya. Bembeyaz bir kelebek...