Aniden bir şarkı çıkar ya karşınıza, ismini gördüğünüz anda dinleme ihtiyacına düştüğünüz. Bir kere değil, birkaç kere gelebilir başınıza böyle bir şey. Hatta böyle olması belki de, hislerinizi başka insanların, kendi kelimeleriyle dışa vurumudur. Başka insanlar nefesleri arasına sıkışmış kelimeleri size tercüman olması için cümleleştiriyorlar ve bunu yüreğe dokunan müziklerle, notalarla destekliyorlar.
Hani bir şarkı duyarsınız, dinlersiniz... Sanki ilk dinleyişiniz değil de uzun zamanlardır dinliyor olduğunuz eski bir şarkıymış gibi eşlik eder, söyler ve yaşarsınız.
Bir kitap okursunuz, cümleleri sevgiliden dökülen fısıltılar gibi gelir size. Bir aşktır bir tarihtir bir eleştiridir belki de. Ama ondan çıkmış birşeylerdir, ne olursa olsun.
Bir tablo görür, dokunma ihtiyacı duyarsınız. Dokunamaz, gözlerinizle okşarsınız. Sanatı, her fırça darbesini, ressamın görünmeyen iç dünyasını, kendisiyle çatışmasını veya aşkını, saflığını hissedersiniz.
Her şeyde ona dair bir iz arar, ya bulur yahut bulur gibi olur veyahut da bulamazsınız. Fakat her neyse, sizin için, sanki ona adanmış gibidir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek Taneleri
PoetryHer hikâyenin, her romanın bir yalnız, hüzünlü ve mutsuz başrol oyuncusu vardır. Karanlık odalarda benliğiyle savaşırken, gözyaşları süzülür tane tane, yanaklarından çene kıvrımına doğru. Bir kelebek girer o karanlık odaya. Bembeyaz bir kelebek...