''Yoruldum, yıkıldım, dağıldım, saklandım, gizlendim, yok oldum'' diye sayıklıyorum artık içimden kendime. Kendimi yok sayıyorum artık dünya sınırları içerisinde. Kendimi kendimde arıyorum, bulamıyorum. Artık kalbimin atışlarını duyamıyorum. Eskiden bunu yalnızlığıma bağlardım, hissizleşmeme bağlar, alıştığımı söyler geçerdim. Fakat artık bunların ikisi de yok. İkisinden daha öte, daha acı bir şey var. Bedenim terk edildi, kalbim terk edildi, ruhum... Ruhum zaten yapayalnızdı.
İnsanlar neden terk eder ya da neden terk edilir, bilmiyorum. Pişmanlıktan mı terk eder, çaresizlikten mi terk edilir; yoksa istediği için mi terk eder, istemediği hâlde mi terk edilir? Her şey terk edilmişlik kokusunu taşıyor artık üzerinde. Hiçbir şey, hiç kimse kendisi gibi değil. Herkes farklı bir maske, farklı kıyafetler içerisinde dans ediyor sağda solda. Ben ise aralarında sakince duran bir yalnızlık heykeli.
Ruhum donmuş, üşüyorum. İçim titriyor. Ağzımı açsam, sanki sigarayı adeta sonuna kadar çekmişim gibi duman boşalır içimden. Kimse bilemez içimdeki terk edilmişliğin soğukluğunu. Kimse bilmez içimi ısıtacak, bedenimi ağladığımda ısıtacak ve bunlara sebep olacak tek bir şarkının bile artık olmadığını.
Şarkılar da terk etti, hiçbiri anlatmıyor beni.
Her şey gitti, herkes gitti.Yalnızlık heykelimi ilk kim ziyarete gelecek bilmiyorum. Ben hep aynı yerde kıpırdamadan bekliyor olacağım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek Taneleri
PoetryHer hikâyenin, her romanın bir yalnız, hüzünlü ve mutsuz başrol oyuncusu vardır. Karanlık odalarda benliğiyle savaşırken, gözyaşları süzülür tane tane, yanaklarından çene kıvrımına doğru. Bir kelebek girer o karanlık odaya. Bembeyaz bir kelebek...