Geçiyor zaman durmadan, beklemiyor ardında bıraktıklarını. Bakmıyor bile arkasına hiçbir zaman, ilerliyor sadece. Her saniyesinde uzaklaştırıyor seni benden. Bu kadar hızlı gitmeseydin keşke, biraz yavaş olsaydın. Belki yetişebilirdim sana, belki tutabilirdim ellerinden.
Selam söyle demiştim, gözlerinle; kalbime, gittiğin yerdeki dağlara, taşlara, kedileri ve köpeklere. İçtiğin su bardağına bile beni anlat. Hem sen unutma beni böylece, hem de bilsinler neden hâlâ yaşıyor olduğumu.
Erkendi... Çok erkendi terk etmeye. Uzaklaştım senden, koptum, bittim, süründüm, tutunamadım. Bir el istedim sadece, senin ellerini. Tut ve beni kurtar diye. Geldin, baktın, döndün ve gittin. Tutamadın ellerimden, kurtaramadın bizi bu pis yalnızlıktan.
Böyle hatırlamayacaktık birbirimizi, böyle uzaklaşmayacaktık. Ne oldu ki sahiden? Düşünmüyorsun. Evet, düşünmüyorsun. Aslında gülerken neler düşündüğümü, her karşıma çıktığında neler hissettiğimi.
Hatırla diye gülüyorum seni gördüğüm zamanlar. Beni mutlu edebileceğini defalarca söyleyip sonucunda beni kapkaranlık odalarda yalnız bıraktığını hatırla diye! İşte bu, sana en büyük cezam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek Taneleri
PoetryHer hikâyenin, her romanın bir yalnız, hüzünlü ve mutsuz başrol oyuncusu vardır. Karanlık odalarda benliğiyle savaşırken, gözyaşları süzülür tane tane, yanaklarından çene kıvrımına doğru. Bir kelebek girer o karanlık odaya. Bembeyaz bir kelebek...