4. Bölüm: Nefretin Kölesi

41.1K 1.5K 147
                                    

Bunca yıllık evimin tam karşısındaki bahçede, babamla hep oynadığımız parkta buldum kendimi. Hiçbir zaman maddi durumumuz bir ev satın alacak kadar iyi olmamıştı. Çünkü babam işlerinde pek dikiş tutturamazdı. Annemin en çok şikayet ettiği şey buydu sanırım. Hayal meyal hatırladığım anılara yoksulluğun huzursuzluğu bulaşıyordu hep. Annemle babamın kavgalarının genel sebebi buydu. Annem çok çalışkan, babam fazlasıyla uysal ve elindekiyle yetinen biriydi. Birbirlerini ne kadar seviyorlarsa o kadar kavga ederdiler. Evdeki can yakan gürültülerin ham maddesi yoksulluğun ta kendisiydi yani. Annem öldüğünde o gürültüler son bulmuştu. Bana kederli suskunlukların çığlıklardan daha şiddetli bir acı sunduğunu öğreten zamanlarda buradan çıkıp bir apartman dairesine taşınmıştık. Karşımdaki iki katlı bu harabe ne denli çığlığı çağrıştırıyorsa yaşadığımız daire de o denli suskunluğun merkeziydi. Her ikisinde de karşı konulmaz bir acı, yürek burkan bir çaresizlik vardı.

Acı kokan anıların aksine bir yuvam da vardı benim. Kaydırağından kahkahalar eşliğinde kaydığım bu park bana güzel anılar bahşetmişti. Süs havuzunda yüzdürdüğüm gemiler, şimdi içimdeki gözyaşı okyanusunda kaybolmuş gibiydi. İki katlı şirin evimizden ayrıldığımızda benim sığındığım limanlara suskunluğun bombaları yağmıştı. Talan edilen çocukluğum bir ölümün peşine takılmış, yollarında sürüklenirken paramparça olmuştu. Annemin gidişi bizi paramparça etmişti. Dağılan tebessümlerimizi ayrı odalara hapsedilen acılar yok etmişti. Ne zaman geçmişi seyretsem bu acının iliklerime varana dek beni tükettiğini hissediyordum. Çünkü ben beş yaşımda beni acının zulmünden koruyabilecek herkesi kaybetmiştim. Annem ölmüş, babam gömülmüştü. Bense iki ayrı mezarın ortasında yıllardır yas tutuyordum.

Bir gün bu yas biter umuduyla o adamın bana sunduğu teklifi kabul etmek geçiyordu aklımdan. Belki bir gün bu yas biter, babam bir çınar gibi ardımda durur diye cehenneme koşuyordum. Hayat ne tuhaftı, birkaç saniyenin tokadıyla tepetaklak oluyordu. On altı yıl önce birkaç saniyede tepetaklak olmuştu, şimdi de kalan parçalarımı talan ediyordu. O adamın telefonuma gönderdiği mesajları okudum birer birer. Sanki sonu kötü biten bir romanın son sayfasına gelmiştim.

“Eğer hatanın bedelini üstlenmezsen babanı birkaç gün içinde kendi yöntemlerimle cezalandıracağım. Kızının bencilliğiyle mezarı bulacak.” İlk mesajı buydu. Yanaklarıma süzülen yaşları öfkeyle sildim. Aptal Zümra, dedim kendi kendime. Bunların hepsini sen kendi ellerinle yaptın. Şimdi de acısını sen çekeceksin.

Gözlerim elimdeki adres kağıdına çevirdim. Cehennemim beni çağırıyordu. “Senin elinden evini, işini, okulunu aldım.” diye haykırıyordu sanki o adam. “Babanı da almamam için bana teslim ol ve ömürlük cezanın ilk taksidiyle başlayalım.”

Ömürlük cezamın taksitleri tükenirse bir gün, işte o gün benim hayallerimin kapısını aralamayı başladığım gün olacaktı.

Ayağa kalktım. Babamın kalbine doğrultulan silahı aldım, kendi kalbime tuttum ve zalim yüreğin tetiğe basacağı günü beklemeye başladım.

~

Genç kız, zalim adamın oturduğu muhite yakın bir yerde minibüsten indi. Gururunu hiçe sayarak cebindeki kâğıda tekrar baktı, doğru sokağı bulmak için buğulu gözlerini sildi. Zalim adamın karşısında sadece bir nefret kalesiydi, koca dünyaya göre küçük bir kum tanesi. Hayatın kederine göre dereye kapılmış bir yaprak, babasına göre hiçbir şeyi bilmeyen bir evlat.

Genç kız on yedi numaralı evin önüne geldiğinde, suratına yapışan yaşları sildi, nemlenen saç diplerini rüzgârın kurutmasına izin verdi. Cebine koyduğu mendillerden birini alarak kendine iyice çeki düzen verdi, havuç gibi kızaran burnunu da sildikten sonra mendili çöpe attı. Ardından on yedi numaralı eve ağır adımlarla yürümeye başladı, bahçesinden girdiğinde esaretin karanlığı çökmeye başlamıştı bile.

NEFRETİN ESARETİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin