10. Bölüm: Darmadağın

27.3K 1.2K 81
                                    

Annemin mezarında toprağına teslim oluşumun üzerinden geçen günlerle ona olan özlemim artıyordu. Kırgınlığımın içine özlem doğmuştu ve yıllardır unutmaya çalıştığım sureti artık gözlerimin önündeydi, bana bakıyordu. Annem beni izliyordu. Kabuslarımda gördüğüm şey buydu. Beni hiçbir zaman kabullenmeyen, şefkatine bulaşan öfkeden kendini kurtaramayan annemin sesiyle doluydu kabuslarım. 'Onu istemedim, zamanı değildi. Doğdu da ne oldu, kavgalarımızın arasında yitip gidiyor işte!' diye kükrerdi annem babama. Babamın boynu bükük olurdu çoğu zaman. Sus, duyup ağlasın mı istiyorsun, sus artık. Babamın cevaplarını dün gibi hatırlıyordum. O zamanlar kurtarıcımın, beni bu dünyada sahiplenen tek insanın babam olduğunu düşünürdüm. Ağlamamam için bana yıldız saymayı öğreten adamın gözyaşlarımın sebebi olacağını bilemezdim.

"Kızım, kahvaltısını odasına götür Dağhan Bey'in. Bugün odasında yemek istiyormuş. Biraz rahatsız sanırım." Meryem Annenin üzgün suratına baktım. O adamın odasına girmek işkence gibiydi, en son odasına girdiğimde olanları hala hatırlıyordum fakat Meryem Anne'ye ısrar edecek bir durumda değildim. Kocasıyla görüştükten sonra o keyifli, neşeyle güne başlayan Meryem Anne gitmişti sanki. Bu yüzden çok üstelemek istemedim, zaten durumu iyi değildi.

"Tamam," dedim tezgaha yerleştirdiği tepsiyi elime alırken. Dağhan'ın odasına ağır adımlarla geldiğimde kapıyı ayağımla vurdum. İçeriden bir cevap gelmedi. Sessizliği ruhumun ürpermesine sebep oluyordu. Korkuyordum. Bir kez daha ayağımla kapıya vurduğumda içeriden boğuk sesler gelmeye başladı. Ne yapacağımı bilemeden bir süre kapıda dikildim, içeri girmeli miydim? Tepsiyi tek elime alıp kapıya sert darbeler bıraktım. Belki de müzik dinliyordu ve duymuyordu? Bir süre daha bekledim, içeriden yine ses gelmedi. Kapı kulpunu tutarak yavaşça çevirdim ve içeri doğru bir adım attım.

Odada kimse yoktu. Bir süre elimde tepsiyle ayakta dikildim ama sonra odanın tuvaletinden gelen sesler çekti dikkatimi, su sesleri ve yanında öğürme sesleri geliyordu. Tepsiyi yatağının önündeki masaya bıraktım, bu masa odaya en son geldiğimde burada değildi. Sessiz adımlarla kapıdan çıkmaya heveslenirken, banyonun kapısı açıldı. Gözlerimi korkuyla banyoya çevirdiğimde Dağhan'ın çökmüş ifadesiyle karşılaştım. Banyo yapmıştı. Kötü görünüyordu. Burnundan kıl aldırmayan ifadesine yorgunluk sızmıştı. Genelde fönlü gördüğüm saçları ıslaktı ve alnına dökülmüştü. Kan çanağına dönmüş gözleri gözkapağının ardına düşmüştü, yarım pencereden hayatı izliyor gibi görünüyordu.

"Senin ne işin var yine burada?" Sesi beklediğim gibi sert değildi, belki sert çıkma umuduyla dudaklarından dökülmüştü fakat odada daha yumuşak, daha çökmüş bir tonla yankılanmıştı. Elleriyle suratını sıvazlarken bana bakmıyordu.

"Kahvaltıyı getirmiştim," Odaya birkaç kuvvetli öksürük sesi hakim oldu, sert hırıltıları arasında kendini belli eden öksürükler karışmıştı. Başka bir şey istemeyeceğine emin olduğumda, çıkmak için hareketlendim. O esnada elini alnına koyup bastırdı, hırıltıyla karışık çıkan nefesleri ortamı iyice germişti.

"Şu lanet ağrı kesicilerden ver bana, komodinin en alt çekmecesinde." Saçlarından süzülen su damlaları suratını işgal ederken başımla onaylayarak komodine doğru ilerledim, çekmecedeki ilaç kutusunu aldım elime.

"Hangisi?" diye sordum dudağımı kemirmeye başlarken. Asabi bir şekilde bana döndü, ona bakmamaya çalışıyordum. Bunu o da fark etmiş olacak ki, dolabından kıyafetlerini çıkardı ve cevap verdi.

"Ne bileyim, şu mavi jelatinli ilaç işte." Elimdeki kutuyu karıştırdım, mavi jelatinli ilaç...

"Buldum," dedim elimi sallarken. Gözlerine bakmaya çekiniyordum, yanaklarımın yandığını, vücudumdaki kan akışının hızlandığını hissediyordum. Ona doğru bakmadan uzattım, birkaç adımda yanıma gelip ilacı aldı. Tepsideki suyla ilacı içtikten sonra bana bakmadan seslendi.

NEFRETİN ESARETİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin