Gökyüzü kadar geniş hayatta, kum tanesi kadar küçüktü geleceğimdeki umutlar.
Kırık bir zemine inşa edilmiş bir harabenin yarını ne denli sağlam olurdu? Hayallerine kapılıp rüzgarın uğultusuna kulak tıkayanların sonu belliydi, hayatın gerçeklerini görmezden gelmeye devam ettiğim sürece de vaziyetim değişmeyecekti. Ellerimi neye uzatsam geçmiş yakalarımdan beni tutuyor ve unuttuklarımı serpiyordu zihnime. Başımıza ne geldiyse sorumlusu bendim. Babama kendimi affettirmek isterken her defasında aynı şeyi fark etmiştim. Kendimi affedemiyordum ki ben, babamdan beni affetmesini niçin diliyordum? Ona hep bela olmuştum. Hep bir sorunu olarak anacaktı beni. Yaşadığımız son olayda da payım büyüktü. Onu dinlememeliydim, tedavisinin hastanede yapılmasına izin vermeliydim. Son hali aklımdan hiç çıkmıyordu. Bana yalvaran bakışları, aman dilenen surat ifadesi zihnimden silinmiyordu. Delirecek gibiydim. Onu terk etmiş gibi hissediyordum. O adamın ona zarar vermesine izin veriyormuş gibi hissediyordum.
Aradan iki hafta geçmişti, babam hastanede, bir odada kapalıydı. Tek başına... Yapabileceğim hiçbir şey yoktu, babamı kurtarmama imkân yoktu artık. Bitap haldeydim, işten kovulmuştum. Özel hastanenin masrafları hayli fazlaydı, Selim kendi randevularından para almasa da, sadece yatakhane parası bile eski işimin aylık maaşına bedeldi. Devlet hastanesine yatırılması için başvuru yapmam gerekiyordu ama yoğun yerlere verilirse ona ne kadar bakılacaktı, emin değildim. Selim'in çalıştığı hastanede olması içimin rahat olmasına olanak veriyordu, hiç tanımadığım bir yere verilirse daha huzursuz olacaktım.
İş arıyordum fakat lise mezunu bir kıza kolay kolay iş verilmiyordu. Part-time iş bulmak zaten çok zordu, bu nedenle üniversiteyi durdurmuştum. Bu ağır yükü birinin sırtlanması gerekiyordu. Ve bu yük her zamanki gibi yine benim omuzlarımdaydı. Üniversitemin bitmesine iki senem kalmıştı, eğitimimi yarıda bırakmak çok zor geliyordu. Fakat babam için yapabilirdim, onun iyileşip o delikten kurtulması için ben her şeyimi feda etmeye hazırdım.
Yükseklerden uçmanın bedelini her zaman ödemiştim ve ödemeye de devam ediyordum. Okulu bitirmek, hayatımı kurtarmak, babamın karşısına gururla çıkmak... Hepsi boştu.
Boş boş baktım evin eskimiş kapısına. Bu apartmanda ömrüm geçmişti, beş yaşındayken taşındığımız bu apartman artık eskiydi. Bu kapı yılların bıraktığı izleri, benim, babamın geçmişini taşıyordu. Kapı kulpunun hemen altındaki boyası çıkmış bölge, ben üniversiteyi kazandığım gün oluşmuştu meselâ. Babama müjdeli haberi verdiğim zaman düşmüştüm ve buraya tutunayım derken elimdeki çatal kapının boyasını çıkarmıştı. Gülümsemeye çalıştım. Babam, bir şekilde anılarıma hükmediyordu. Hiçbir zaman benimle olmamasına rağmen her anımda o vardı.
Bu ev yeniden babam ve benim yaşam yerimiz olacaktı. Bunun için feda etmiştim her şeyimi ve babamı geri getirecektim.
Üstümü sıkı sıkıya giydikten sonra evden çıktım. İstanbul bugün durgundu, keskin bir soğuk hakimdi her yere. Ne yağmur vardı, ne de güneş. Ruhum gibiydi, gözyaşı kalmamıştı, mutluluk ise zaten çok uzaktı. İstanbul'un keskin soğuğu gibi bana sadece hissizlik bırakılmıştı.
Bugün bir arkadaşımın bana ulaştırdığı iş ilanına bakmaya gidecektim. Onun tanıdığı birinin yardımcı temizlik elemanına ihtiyacı varmış. Eğer iyi bir maaş verirlerse yirmi dört saat bıkmadan söylenmeden çalışmaya razıydım. Şu anda her şeyden çok paraya ve babama ihtiyacım vardı.
Elimdeki kağıtta yazan adrese dikkatlice baktım, bulunduğum merkeze bayağı uzak bir yerdi. Minibüsle oraya ulaşmam saatler sürerdi herhalde. Geç kalmak istemiyordum, bu yüzden el mahkum taksiye bindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFRETİN ESARETİ
Roman pour AdolescentsZümra, babasının geçmişinin kurbanı olduğunun farkında olmadan okulunu bitirmeye çalışıyorken bir gün hastaneden aldığı haberle yerlebir olur. Babası bir kadını bıçaklamıştır. Zümra babasının savunulamaz hatasıyla hayat savaşına bir yenisi eklemişti...