5. Bölüm: Taşlaşmış Yürek

30.3K 1.4K 104
                                    

Hayat; kimileri için umutlar vadeden bir bekleyişten, kimileri için acı dolu bir geçmişten ibaretti. Ben kendi hayatımı böyle kalıplarla tasvir edemiyordum. Tek bildiğim yoğun bir acı kara bulutlarını doğduğum an üzerime salmıştı ve benim hayatım o kara bulutlardan kurtulmaya çalışmakla geçiyordu. Ben bedenime sinen acıları çoktan sineye çekmeye alışmıştım. Ruhumdaki yaralar o denli can yakıcıydı ki, bedenimin hapsolduğu acılar umurumda değildi. Şimdi elime dökülen, hırsla köpüren ve sönen bu kahve, geçtiği yerleri yakmıştı, evet. Varlığını hissediyordum; fakat kelimelerime işleyecek soyut bir acı bulamıyordum. Ruhum babamın acısıyla sızlarken bedenimin uğradığı işkence bir hiç geliyordu.

Donuk bakışlarıyla elime dökülen kahveyi izleyen zalim adam, gözyaşlarımın fiziksel acıdan kaynaklı olduğunu düşünüyordu belki. Öyle ya, herkes böyle düşünürdü. Ellerimi soğuk suyun altına tutarken de ağlıyordum, acısının ruhuma işlemediğini kendime hatırlatırken de. Elime dökülen kahve, koluma doğru düz bir çizgi halinde ilerlerken geçtiği yerleri yakıyordu. Cehennem ateşini ruhuma bulaştırmış gibiydi.

"Yalan söylüyorsun," dedim gözyaşlarımı silmeye çalışırken. Dağhan cevap vermedi, donuk bakışlarıyla elimi süzmeye devam etti. Suratındaki nefretin birkaç saniyeliğine geri çekildiğini, gerçekleri kapatan perdenin bir saniyeliğine gözünden kalktığını hissettim. Yoksa sen de bu kadar zayıf mısın, diye sordum ona içimden. Yüreğindeki acıya yenilecek kadar zayıfsın aslında. O sert bakışlarının altında yas tutan biri var. Yas tutanları iyi tanırım çünkü on altı yıl boyunca bir kadın için yas tutan bir adamla yaşadım.

"Yalan söylüyorsun," diye tekrarladım sessizce gözlerindeki ifadenin değişimini izlerken.
Birkaç adımda yanıma geldiğinde, bedeni kaskatıydı. Kaynamakta olan kahvenin tahrip ettiği elime diktiği gözleri, birkaç saniyeliğine beni buldu. Ona inanmamamı umursamıyor gibiydi. Sanki istediğini elde etmenin verdiği boşlukta tek başına oturuyor ve başarısını izliyordu. Yanaklarıma dökülen yaşları kolumla silerken kıpkırmızı kesilen elime baktım. Birkaç dakikada derim kabarmıştı ve gözümün en derinine iğne batırıyor gibi sızlıyordu. Tüm bunlara rağmen yüreğimdeki keder öylesine derindi ki, bedenimin uğradığı işkenceleri görmüyordu. Acı beynimin duvarlarında, nöronlarımda dolaşıyor ama benden gerekli tepkiyi bulamıyordu. Kendine gel. Yalan söylüyor o. Babana bir şey olsaydı Selim sana haber verirdi.

"Yalan değil mi? Canımı yakacak bir yol buldun diye böyle söylüyorsun, değil mi?" diye fısıldadım diğer elimle onu kendimden uzaklaştırmaya çalışırken. Öfkesi o kadar büyüktü ki, insanlığına dair ne varsa bir bir yıkıyordu. Gözlerimin önünde bir adam insanlığını öldürüyordu.

"Elin," Sustu. Devam edemedi çünkü bunun kendi eseri olduğunu biliyordu. Susmayı tercih etti çünkü başkasının acısıyla eğlenerek kendi acısını unutamamıştı. Bu hep böyleydi. İntikam denen zehir gösterişli gibi görünse de insan ruhundaki hiçbir yarayı iyileştirmiyor, sadece yakıp yıkarak insandan bir canavar yaratıyordu.

"Yalancı! Sırf acı çekeyim diye yapıyorsun bunu!" diye bağırdım hiçbir şeyi umursamadan. İçten içe ruhum endişenin gazabına uğruyor, babamın yangınında kavruluyordu.

"Kes artık! Yalan söyleyerek mi seni ezeceğimi düşünüyorsun? Benim senin canını acıtmam için yalanlara ihtiyacım yok!" diye bağırdı karşılık olarak. Boğazım yanmaya başladı. Gözlerim tane tane zehrini akıtırken tezgaha koyduğum elim kaydı, zihnim çaresizliğin arasında vereceği tepkiyi seçemiyordu. Onun kriz anlarını düşündüm. Benim yanımdayken elini tutar, kendine zarar vermesini önleyecek her şeyi yapardım. Oysa o şimdi yalnızdı. Yabancı terimlerin arasında birinin onu anlamasını bekliyordu belki. Yaslandığım yerden hışımla çekilirken acıdan kavrulan elimi tuttum ve kapıya doğru koşmaya başladım. Babama gidecektim. Ona bir zarar gelmesine izin veremezdim ki ben.

NEFRETİN ESARETİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin