12. Bölüm: Yemin

28.3K 1.2K 122
                                    

Merhabalar! Üzerinde uğraştığım bir bölüm olduğundan azıcık beklettim. Umarım beklemenize değmiştir. Hikayenin bu halini nasıl buluyorsunuz merak ediyorum, yorum sayımız çok az. Satır arası yorum yaparak sohbet halinde ilerlersek daha sağlıklı iletişim kurabiliriz bence. :) Karakterler hakkındaki düşüncelerinizi, gidişatla ilgili yorumlarınızı merakla bekliyorum.

Umarım bölüm sizin de içinize siner. Şimdiden iyi okumalar dilerim.

-

Sessizliğin arasına karışan uğultudan kaçarken geçmişle geleceği bağlayan köprüye saptığımı fark ettim. Kırık dökük, onlarca senenin kirini üzerinde taşıyan köprünün tam ortasında beni ileri sürükleyen kuvvetin içimden söküldüğünü hissettim ve dizlerimdeki gücü kaybettim. Paramparça bakışlarıyla beni ezen, kayıplarımın arasından bana bakan o kız çocuğunu gördüm.

"Dur artık!" Kollarını birbirine dolamış, gözündeki yaşları silmeye mecali kalmamış çocuğa bakarken onu tanıdığımı hissettim. Dur dediği kimdi? Başımı onun bakışlarının hedef aldığı yöne çevirdiğimde gözlerim gerçeklerin gölgesine değdi.

Saçları sakalları birbirine karışmış, dağınık kıyafetli bir adam gördüm. İçiyordu. Elinde bir fotoğraf vardı, parmakları o fotoğrafın üzerinde dolaşıyor, kanı bedeninden çekilmiş gibi donuk bakıyordu. Fotoğrafına baktıklarından biri tam karşındaydı. Kızı karşısında, umut dolu gözlerle ona bakıyordu ama o fotoğraftaki bebeği ve onun annesini süzüyordu özlemle.

"Baba, ben buradayım." dedi küçük çocuk. Buradayım. Varlığını ispatlamak için birkaç kelimenin gücüne sığınıyordu.

"Baba." Elindeki fotoğrafa ömrünü veren adam dönüp ona seslenen kızına bakmıyordu bile. Komşuların ördüğü saçına, kendi başına giydiği uzun, mavi okul elbisesine, dizi yırtılmış beyaz kilotlu çorabına, gözlerindeki hüzne, yanaklarına süzülen yaşlarına, avcunda buruşturduğu ve her dersten beş getirdiği karnesine... Babası o çocuğa dair hiçbir şeye bakmıyor, onu görmüyordu. Bu hezimet karşısında dişlerimi sıktım. Tablo çok tanıdıktı. Yıllar öncesinden kalma bir mücadele meselesiydi.

"Baba, neden duymuyorsun beni?" Küçük kız, canını yakan sorulardan birini sarf ediverdi fark etmeden. Yanıt bulma umuduyla savrulan kelimeler rüzgarın uğultusuna karıştı, adamın kulaklarına varamadan soğuruldu. Küçük kızın gözyaşlarını görmemek için arkamı dönüp gitmek istedim.

"Okul birincisiyim ben, biliyor musun baba? Gurur duymuyor musun kızınla?" Kulaklarıma kazınan sesleri duymamak için arkamı döndüğüm an, acıyla koşmaya başladım. Köprünün gıcırdayan tahtalarında aklımı kaybetmiş gibi koşarak geleceğime savruldum. Seslerden kurtulmak, acılardan köşe bucak kaçmak istiyordum. Çaresizliğin avuçlarında yeşeren ruhum hıçkırarak ağlayan küçük kızın haykırışlarında eriyordu. Ben eriyordum.

"Yoruldum ben!" diye bağırdı küçük kız. Ben ondan uzaklaştıkça onun sesi şiddetleniyor, daha büyük bir hırsla üzerime geliyordu. Ben kaçtıkça o kız elindeki hançerle beni kovalıyordu.

"Baba ben buradayım."

Sus artık.

Daha hızlı koşmaya başladım. Ayaklarıma mezarlıktaki taşlar, çalılar batıyor; saçlarımdan annemin cesedi asılıyordu. Bastığım yerde çatırdayan kurumuş yaprakların sesi bile o kızın haykırışlarını tekrarlıyordu.

"Neden görmezden geliyorsun beni? Neden kulaklarını kapattın çığlıklarıma? Sen bile duymazken haykırışlarımı, söylesene kim işitecek ölümümü? Baba?"

NEFRETİN ESARETİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin