24. Bölüm: Yıldızdan Prangalar

28.2K 1.2K 319
                                    

Uykumun arasında ruhsuz kelimeler, umutsuz haykırışlar ve nefretten doğmuş sesler duydum. İsyanlar, öfkenin doğurduğu büyük büyük suçlar, bedenimi esaret altına alan çığlıklar işittim. Zaman işte, öyle bir sürüklüyordu ki insanı, düşmanının ölümüne bile göz yumamaz oluyordun. Canım çok acıyordu.

Baba, canım çok acıyor. Neredesin?

Sessizlik. Buz gibi bedenim yumuşacık bir koltukta sallanıyordu. Onun kokusu burnumun dibindeydi, hep oradaydı. Ben doğduğumdan beri babamı andıran bu kokuyu soluyordum ama elimi ne zaman uzatsam sanki zihnimin bana bir oyunuymuş gibi elim boşluğa düşüyordu. Bu koku yalandı. Sığındığım, burnumun direğini sızlatan bu koku zihnimin beni yaşatmak için avuçlarıma bıraktığı bir armağandı, aldatmacaydı.

Çağırıyorum gelmiyor. Bağırıyorum duymuyor.

"Omzundan vurdum. Davut bizim doktora götürüyor şimdi onu. Yaşayacak! O it herif yaşayacak ve bana babamla, annemle ilgili ne biliyorsa anlatacak." Dağhan ölmesin istemiştim ama o tereddüt etmeden İhsan Amca'yı vurmuştu. Onun bir canavar olduğunu kabullenebilmem için daha kaç canın benden alınması gerekiyordu? Daha kaç insanın gözlerimin önünde zarar görmesi gerekiyordu? Nefeslerim hızlanmaya başladığında başımı hareket ettirmeye çalıştım.

"Başıma silah dayamıştı. Aptal herif, oraya arkamda biri olmadan gireceğimi sandı."

O ölmeliydi. Ölmesin diye yalvardığın o adam ölmeliydi çünkü babanın bu hayattaki tek düşmanı o.

Gözlerimi açmaya çalıştım ama tek gördüğüm karanlığa doğmuş birkaç yıldız kümesiydi. İç çektim. Dağhan'ın arabasındaydım, içerisi kan kokuyordu. Üzerime örtülmüş olan siyah ceketin altında tir tir titriyordum.

"Zümra uyanıyor. Sonra konuşalım." dedi Dağhan ben gözlerimin önünde beliren karanlıktan kurtulmaya çalışırken. Başımı hareket ettirmeye çalıştım, zihnim katılaşmış betonu andırıyordu. Orada ölümün izi kalmıştı ve şimdi öyle ağır bir hale gelmişti ki, başımı hareket ettiremiyordum. Gözlerim Dağhan'ı buldu. Üzerinde siyah bir gömlek vardı ama her yanı kan olmuştu ve ona bakar bakmaz yaşananların haritası gözlerimin önünde canlanıyordu. Birkaç kez öksürdüm.

"İhsan Amca?" diye fısıldadım bir anda gerçekler başıma üşüşmüş gibi. Arka koltuğa bakmaya çalıştım. Yoktu.

"Öldü mü?" Güçlükle yutkundum. "Öldü mü? Onu öldürdün mü?" Telaşla artan kalp atışlarım düzensizdi.

"İhsan Amca mı? Peşimizdekilerin adamı demek istedin herhalde." Üzerimdeki ceketi hışımla atıp onun zulmünden kurtulmak istedim. Gözlerim dolmuştu.

"Öldü mü?" diye sordum bir kez daha. Başını olumsuz anlamda sallarken kaşlarını çattı. Üzerine yapışan bu nefret öyle büyüktü ki, bir çocuğun bu nefretle nasıl büyüdüğünü sorguladım.

"Yaşıyor." dedi derin bir nefes alırken. İç çektim. Ellerim alnımı buldu, gözlerimi kapatıp yaşama yeniden dönmüşüm gibi sadece nefes aldım. Dağhan'ın gözleri sadece yola odaklıydı, bana bakmıyordu.

"Peki babam?" Cevabından korka korka sorduğum bu soru karşısında öyle dilsizdim ki, boğazıma batan özlem ansızın ruhuma battı.

"Uzakta." dedi göz bile kırpmadan. Dişlerimi birbirine bastırdım.

"Ne demek uzakta?" Donmuş gibi gözlerine baktım. Cevapsız bırakılan onlarca sorum gibi bu da yanıtından uzaklara konumlanırken Dağhan iç çekti. Onu bir daha göremeyecek miydim? Bu kadar mıydı?

NEFRETİN ESARETİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin