Genç adam asla olanağı olmayan konuşmayı yaparken son derece zorlanmıştı. Ağzından dökülen kelimeler birer kurşun niteliğindeydi, genç kızın kalbini bulmuştu. Ona yönelttiği soruların tek bir nedeni vardı: Olanlara dair kızın bilgisini sorgulamak. Aldığı tepki tahmin ettiği yöndeydi, Zümra'nın hiçbir şeyden haberi yoktu. Ne babası ile Tülay Koçdemir'in tanışmışlığından, ne geçmişin bu olayın düğümü olduğundan ne de başka bir şeyden. Zümra hiçbir şey bilmeden bir savaşın içine atlamıştı ve suskunluğunun ölümüne giden yol olduğunu bilmeden alevlerin ortasında oturuyordu. Yaşananlar o adamın eseriydi demek ki.
Zümra Ersoy bu oyunda birinin piyonuydu. Şah olduğunu sanmıştı Dağhan. Genç kızın babasını kurtarmak için geçmişi yok etmeye çalıştığını, yaşananların ateşinden kurtulmaya çalıştığını sanmıştı ama bu son konuşmasıyla fark ettiği gerçeklerin öyle olmadığını anlamıştı. Dağhan düşünüyordu, nefes aldığı her an bir çözüm yolu bulmaya çalışıyordu. Gerçeklere ulaşmanın bir yolunu arıyordu. O kız. O kızın gözlerinde acının en saf halini görmüştü Dağhan. Babasının onum için savaşmadığına inanan küçük bir çocuğun çırpınışlarını görmüştü o gece. Karnına dokundurduğu sargının dışına taşan parmaklarında soğuğul keskinliğini hissetmişti. Ölüm gibiydi, sahiden ölüyor gibiydi Zümra. Dağhan tüm gün bunu düşündü. Gözyaşlarını izlediği o kızın, yaşananlardaki payını sorguladı saatlerce. Yaptığı hatanın affı yoktu. Dağhan, Zümra'ya yaptığı hatanın bedelini her ödetmek istediğinde vicdanının ellerinde parçalara ayrılmış bir kız görüyordu. Sanki o kız Dağhan'a bile isteye boyun eğiyor, hatasının bedelini canıyla ödüyordu.
Dağhan oturduğu yerden kalktı. Böyle böyle Dağhan'ı yumuşatmaya mı çalışıyordu o kız? Eğer işine odaklanmazsa kafayı yiyecekti. Yanlış mı düşünüyordu? Yoksa tüm bunlar o kızın planı mıydı? Babasını kurtarmak için gözünü ne denli karartabileceğini fark etmişti. Ucunu görmeden bir yalana mı sığınmıştı o kız? Dağhan başını iki yana salladı. İçtiği ağrı kesicinin etken maddesi ağır olmalıydı. Beyni uyuşmuş gibiydi.
Black'i aradı hızla. Kaç gündür Erzurum'daydı, bahsettiği adamı hala bulamamış mıydı? Dağhan sinirlendiğini hissetti. Black telefonu dördüncü çalışında açtığında, Dağhan sessiz bir küfür savurdu. Daha erken açmamasına sinirlenmişti.
"Neredesin lan sen? Neden bana haber vermiyorsun?" diye haykırdı Dağhan. Black cevap vermeden önce uzun bir süre Dağhan'ın azarını dinledi.
"Öğrendiklerimi yüz yüze konuşmalıyız diye düşündüm. Benim beynim yetmedi çünkü." Black'in sesindeki huzursuzluğu Dağhan hemen fark etmişti. Öfkeyle nefeslendi. İşler umduğu gibi gitmiyor demekti bu. İçine yerleşen korkuyu o am daha net hissetti. Bu korkuya değen ruhunu fark edince daha çok bilendi Zümra'ya.
"Başlatma yüz yüzenden şimdi. Anlat!"
"Dağhan, bence bunu beraber halletmeliyiz abi." Dağhan sabır dilenir gibi bir süre cevapsız kaldı.
"Black!" diye gürledi en son dayanamadığında.
"Tamam! Tamam ama söz ver lan! Ben gelmeden hiçbir halta başlama. İşler sarpa sardı amına koyayım!" Black'in sözleri üzerine Dağhan daha çok öfkelendi. Ayakkabısının topuğunu yere bastırdı, birkaç kez vurdu.
"Sikeceğim şimdi oyalanmanı! Senden mi emir alacağım lan! Anlatsana?" Dağhan öğreneceği şey her neyse buna hazırlıklıydı. O bu zamana dek her şeye tek başına göğüs germişti. Bir kere bile ağlamamıştı babasını kaybettikten sonra. O güçlüydü. Dimdik dururdu hayata karşı. Kimsenin de onu bükmesine forsat vermezdi. Yine öyle olacaktı, her ne olmuşsa bunu sapasağlam karşılayacaktı ve olayları kendi lehine çevirecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFRETİN ESARETİ
Teen FictionZümra, babasının geçmişinin kurbanı olduğunun farkında olmadan okulunu bitirmeye çalışıyorken bir gün hastaneden aldığı haberle yerlebir olur. Babası bir kadını bıçaklamıştır. Zümra babasının savunulamaz hatasıyla hayat savaşına bir yenisi eklemişti...