GPS cihazından adrese ulaştığım onayını alınca kağıdı yan koltuğa atarak arabadan indim. Aramızda Brad'in kaldığı yeri bilip, söylemeye çekinmeyecek tek bir kişi -ya da kardeşiyle birlikte 'kişiler'- vardı. Başından beri sağlam tipler olmadığı hakkında milyon tane yorumda bulunmama rağmen beni dinlemeyen, yersiz bir 'hoşlanma' duygusuna yenik düşmüş arkadaşıma kızmayı ihmal etmedim.
İçimde büyüyen nefret, Brad'i bekletmemden daha önemliydi. Bu his beni yiyip bitirirken, onun iyi olduğu fikri endişemi dindiriyordu. Ön verandayı her adımda artan öfkemle koşarak geçip kapıya ulaştım. Önce yumruklamayı düşünmüştüm ama Konsey tarafından suçlu ya da suçsuz kavramlarına layık görülmemiş kişiler neden evine gelen yabancıya kapıyı açacaktı ki?
Çıktığım üç basamağı inerek arka tarafa yürümeye başladım. Kalın gövdeli ağaçları geçerek arka bahçeye ulaştım ve ilk dikkatimi çeken, masanın üzerine yerleştirdikleri, Afrodit olduğunu tahmin ettiğim tanrıça heykeliydi. İki karış uzunluğundaydı ve elinde çıplak bedenini örtmeye çalıştığı örtü -kıyafet de olabilirdi tam anlayamıyordum- vardı.
Yunan mitolojisine olan hayranlığım bile öfkemin önüne geçemiyordu. Hiç düşünmeden heykeli kaptım ve arka taraftaki, camdan yapılma bahçe kapısına doğru ilerledim. Konserdeki yangından sonra, kayıtları almaya geldiğimde de Elliot'dan kaçarken bu taktiği kullanmıştım. Tek fark: şu an kaçacak olan ben değildim.
Elimdeki heykeli cama fırlatırken dudak büzmüştüm. Bu, o kızla ortak bir yönümüz var demekti!
Cam gürültüyle kırılırken heykel tezgaha çarptı. Üst tarafı kırılmış olan camın hala çerçevede duran kısmına ayağımla vurarak bacağımın kesilmesine neden olacak tüm engelleri kaldırdım. Mutfağa adımımı atmamla içerideki ışığın yanması bir olmuştu. Lillian'ın bizi Konseye yetiştirmesini düşünerek kararlıca o tarafa doğru yürüdüm. Brad ölebilirdi, hem de ikinci defa!
Mutfaktan çıktım. Etraf karanlıktı. Bir adım daha atıp etrafa baktım. Kimse yoktu, camı kurmama rağmen beni bekleyen korkmuş suratlar da yoktu.
Kafama sert bir cisimle darbe aldım. "Yanlış eve geldin!" Dizlerimin üzerine çökmüştüm. Kalkmak için yerden destek almaya çalıştım. Sırtıma tekme yememle yüz üstü yere serilmiştim.
Işıklar açıldı.
"Alecia?"
Lillian eğilmiş bana bakıyordu. Beni yere sabitleyen kişi -Oliver olduğunu tahmin ediyordum- ayağını çekti.
Konuşmadan ayağa kalktım.
Karşıma pijamalarıyla, siyah saçlarını tepeden toplayan Lillian çıkınca ilk işim o güzel yüzüne yumruk atmak oldu. O geri sendeleyince ikinci hamlemi yapmak için ileri atıldım ama benden önce toparlanarak dizini karnıma geçirdi. Vuruşunun acısı karnımda varlığını sürdürürken yere düşmeden önce çelme takmayı başarmıştım.
Lillian da düşerek benimle eşit duruma gelince emekleyerek üzerine çıkıp ikinci yumruğumu yüzüne geçirdim. Karnım hala ağrıyordu ve Beth'den sonra bu hareketi engellemeye çalışmalıydım! Lillian altımda çırpınırken, ''Onları inandırmış olabilirsin ama yalanların bana sökmez!'' diye bağırdım.
Suratı yapma bir şaşkınlığa büründü. ''Delirdin mi sen!'' diye kıpraşmaya devam etti. ''İn üzerimden, yoksa kötü olacak.''
Oliver duvara yaslanmış, gülerek bizi izliyordu. "Bence kardeşimi dinle."
Lillian sanki kendi isteğiyle yere yatmış gibi rahattı. "Alecia, son kez söylüyorum: in üzerimden."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kontrol (2)
Science FictionArkamı döndüğümde görmeyi umduğum son kişi orada duruyordu. Dağınık saçları, beni her gören kişide olan şaşkınlık ve bir çift siyah göz. Bütün beklediğim bu değil miydi? Koşup kollarına atılmam gerekiyordu. Tabii gerçek olsaydı. Brad bana doğru iki...