"Dediğiniz her şeyi yaparım ama bu, kabul edilemez."
Lillian kendini beğenmiş cevaplarından birini vermek yerine, elbisesini düzeltip Dave'in yanında oldukça sakin durmaya özen gösterdi.
"Verdiğim kararı hiçbir şekilde sorgulayamazsın." Sesi güçlü ve otoriter çıkıyordu. "Ateş olman seni üstün yapıyor, bu bir gerçek ama senin üstünlüğün, bizim yetkimize kadar sınırlı."
Lillian'ın önünde böylesine aşağılanmış görünmeye devam edersem, kendimi ikinci defa kesmekten mutluluk duyacaktım.
Dişlerimi sıkmaktan çenem uyuşmuştu. "Üstünüm, fakat ayrı bir odaya sahip olacak kadar değil."
Başını iki yana salladı. Konu Lillian olmasa onun karşısına geçmek için oldukça cesur olmam lazımdı. Aynı şekilde Travis ve Luthor da ciddi olunca inanılmaz ürkütücü oluyordu. "Karar bana ait. Her şey eğitimin bir parçası, eşyalarının kısa zamanda getirilmesini sağlayacağım." dedi ve siyah cüppesinin üzerine çektiği dikkatle beraber koridorda kayboldu.
Arkasından bir süre baktım. Lillian öksürerek, "Giriyor musun?" diye sordu.
Koridorda gözlerin sürekli üzerimde olmasındansa içeriye girip tamamıyla yanlış anlaşılmayı düzeltmek iyi olabilirdi. Yanından geçtim. Lillian kapıyı kapatırken başından beri yanlış kişiyi suçladığım konusunda kesin karara varmıştım.
Yan yana konan iki dolaptan biri açıktı. Raflarda ve askıda aklınıza gelebilecek her türden elbise sarkıyordu. Bluzlar, askılılar, şık elbiseler, pantolon ve daha çok eteklerle doluydu.
Duvara monte edilmiş sıralı raflarda kitaplar doluydu. Yatağı bozuktu, üzerinde şarj aleti, kulaklık birbirine dolaşmış, yorganla bir bütün oluşturuyordu. Sol taraftaki kapıyı açtım. Karşıdaki duvar boydan boya rafla, içleri de ayakkabıyla doluydu. Sağ ve sol tarafa yine rengarenk kıyafetler asılmıştı.
Küçük dilimi yutmuş olma ihtimalim yüzde doksandı. "Bu kadar kıyafeti ne yapıyorsun?"
Lillian üzerindeki toz pembe, askılı bluzunu ve üstünde tartışmasız her renkte küçük bir çiçek bulunan eteğini gösterdi. "Giyiyorum."
Duvarın bir yanında onun yatağı, karşısında ise sıradanlıktan can vereceğim bir açık yeşil renginde benim yatağım vardı. Komodinin üstündeki dumanı tüten kahve kupasını alıp yatağına yerleşti. Kısacık eteğiyle nasıl rahat ettiğini deli gibi merak ettim. Sırtını duvara dayayıp telefonuyla uğraşmaya başladı.
Ah, bazen Elliot'ın ondan neden hoşlandığını iyi anlıyordum. Çünkü onlar aynıydı. İkisi de dünya yerle bir olsa umurlarında değilmiş gibi davranıyordu.
Yabancılık çekerek yatağımın ucuna oturdum. Görünüşe göre uzun bir süre burada kalacaktım. Brad olmadan. Huzursuzca kıpırdandım. Neredeyse akşam olacaktı, oda bana daha çok bir hücreyi anımsattığından burayı sevmemiştim. Aslında devasa bahçe bile dar geliyordu, çünkü dört bir yanımızın duvarlarla çevrili olduğu gerçeği beni sinirlendiriyordu.
"Neden odada tıkılıp kalıyorsun?" diye sordum. Gerçeği öğrendiğimden beri ona karşı edindiğim öfkenin boş olduğunu hissediyordum.
Gözlerini ekrandan bana çevirdi. Bölmeme kızmış gibiydi. "Sekizde antrenmanım var, dinlenmeliyim anne." Gözlerini devirip telefonuna döndü.
Tanrım. Aynı kelimeler, aynı espri anlayışı. Karşımda Lillian değil, Elliot'ın kız versiyonu duruyordu.
Lillian kaşlarını çatıp bir şeyi yeni fark etmiş gibi baktı. ''Hey, neden benimle konuşuyorsun?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kontrol (2)
Science FictionArkamı döndüğümde görmeyi umduğum son kişi orada duruyordu. Dağınık saçları, beni her gören kişide olan şaşkınlık ve bir çift siyah göz. Bütün beklediğim bu değil miydi? Koşup kollarına atılmam gerekiyordu. Tabii gerçek olsaydı. Brad bana doğru iki...