Travis yavaş adımlarla yanıma gelirken arkasında bıraktığı insanlarla beraber yüzüne düşen tebessümü yeniydi. Onların yanında bana herkes gibi davranmaya özen gösterdiği gözümden kaçmamıştı fakat şu an kimsenin kendisine baktığından şüphelenmiyordu, çünkü cesaret edemezlerdi.
Şahsen bağırışını duymasam, geniş omuzlarına, yapılı göğsüne ve kafam kadar kol kaslarına bakarak böyle bir girişimin beni sağ çıkarmayacağını anlayabilirdim.
Yanıma ulaştı. "Dinlenmeyecek miydin sen?" derken benimle beraber, dövüşen iki sarışın çocuğa göz gezdirdi.
Buradaki her saniye Merkezi hatırlatıyordu bana. Paul ile Andrew'in düellosunu, Beth'le yaptığım kavgayı ve tekrar tekrar Brad'i. Her yerde o ve birbirini tutmayan sözleri vardı.
"Uyuyamadım." diye yalan söyledim.
"Alecia, ağlıyor musun?"
Bana diktiği gözleriyle elimi yüzüme götürdüm. Islaktı. Farkında olmadan ağlıyordum. Çok güzel, artık Travis'in gözünden de düşecektim. "Hayır." dedim. Tokamı çıkarıp dağılmış saçlarımı düzeltmekle uğraşırken ondan kaçmaya çalışıyordum.
Durduramıyordum. Dişlerimi ne kadar sıkarsam sıkayım, gözyaşlarımı tutamıyordum. Sadece çenem de ağrımaya başlamıştı. Beni benzetme isteğiyle dolup taşan bir salon dolusu insana ağlarken görünmemek için dışarı çıktım. Duvara yaslandım, nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Ciğerlerime çektiğim hava hırıltıyla dışarıya dökülüyordu.
Yere oturana kadar kaydım. Dizlerimi göğsüme çekip başımı kollarımın ardına sakladım. Ağlama, ağlama, diye tekrar ediyordum. Kendime yapmamı söylediğim her kelime havaya karışıp uzaklaşıyordu.
Nazik bir el saçlarımı okşadı. Sıcak ve şefkatliydi, "Seni kim bu kadar sinirlendirdi?"
Burnumu çektim. Berbat haldeydim, nefes nefese, "Sinirli değil, üzgünüm." dedim. Başımı kaldırmadım. Sadece Brad'leyken nasıl göründüğümü umursamazdım. Fakat Travis... O muhteşemdi, ve gözünde küçük düşmek korkulu rüyam halindeydi.
Dünyanın en tatlı cümlesini kuruyormuş gibi, "Hayır, sinirlisin." dedi.
Elleri bileklerime dolandı. En ufak bir itirazda bulunmadım. İlginçti ama dokunuşunun farklı hissettirdiğini söyleyebilirdim. Başımı -yenilgiyle- kaldırdım.
Düşündüğümün tam aksine, Travis doğruyu söylüyordu. Bileğimdeki kehribar rengi damarlarımdan en az Travis' in gözleri kadar parlak şekilde belli oluyordu. "Gördün mü? Sinirden ağladığını senden daha iyi biliyorum."
İşaret parmağını kolumda gezdirdi. Umutla dolu gözleri beni neredeyse iyi olduğuma inandıracaktı. "Yaklaşma, lütfen." diye kolumu çektim. Herhangi birinden çok, Travis'e vereceğim hasarla bir daha sinirlenecek fırsat bulamayabilirdim.
Dudak büktü. "Bana zarar veremezsin, Alecia." Bileğime uzandı, sessizce onu izledim. Parmaklarını benimkilere doladı. Titriyordum ama görmezden gelmeyi iyi biliyordu. Fark etmemiş gibi yaptı.
Nefesim kesildi.
Travis'in kolu da kendini ışığıyla belli etmişti. Gülümsedi. Bunu sık sık yapıyor gibi dursa da, yüzünden her gördüğünde benim kadar büyülendiğini anlıyorum.
Ellerim onun parmaklarına dolanmıştı, sıcaktı, artık her an patlayacak bir volkan gibi değildim. Gitmişti. Her ne yapmışsa Ateş yoktu. Travis'in bileği benden sonra birkaç saniye kadar daha kaldı. Biraz sonra normale dönmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kontrol (2)
Science FictionArkamı döndüğümde görmeyi umduğum son kişi orada duruyordu. Dağınık saçları, beni her gören kişide olan şaşkınlık ve bir çift siyah göz. Bütün beklediğim bu değil miydi? Koşup kollarına atılmam gerekiyordu. Tabii gerçek olsaydı. Brad bana doğru iki...