''Dediğim gibi Elliot, öğrendiğimizi belli etmemek için elinden geleni yap.''
Susmamı istermiş gibi başını salladı. Ama bunun bir geçiştirme olduğunun farkındaydım. ''Tamam mı?'' dedim ısrarla.
''Tamam, Alecia. Tamam! ''
''İyi.'' derken bıkkınca koltuğa yaslandım.
Andrew umutsuz vaka olduğunu göstermek için kaşlarını çatarak Elliot'a baktı. ''Her şeyi mahvedecek.'' dedi orada değilmiş gibi.
Elliot'ın direksiyonu tutan elleri sıkılaştı. Önce dudaklarını birbirine bastırdı, görmezden gelmeye çalışıyordu ama birkaç saniyenin sonunda bağırmaya başlamıştı: ''Evet mahvedeceğim! Ona verdiğim güveni lanet bir tarafına sokmasını isteyip her şeyi elimden geldiğince mahvedeceğim Andrew. Alecia durumu bildiği halde sordu zaten!''
Merkeze gittiğimizde saat dörde geliyordu. Andrew için Travis'i telefondan olduğu kadar kolay ikna edemeyecektim. Bir çift kızgın gözün üzerimde olması kelimeleri boğazıma geri tıkacaktı. O yüzden konuşmamı şimdiden ayarlamaya çalışıyordum.
Arabadan indik. Andrew de ben de dikkatle Elliot'a bakıyorduk. İzlediğimizi bildiği halde görmezden gelip araba anahtarlarını cebine sıkıştırdı. İlk işi Lillian'ı bulmak olacaktı. Biliyordum. Bahçede gezinen iki çocuğu -alanın diğer yarısı boş olduğu halde- iterek geçti.
Andrew yanına gidecekken kolundan tuttum. ''Siz ikiniz kavga etmeye başlamadan şansımı deneyebilir miyim?''
Geriye çekildi. ''Sahne senin.'' dedi. ''Sinirlenip vurursa tereddüt etme.''
Gözlerimi devirdim. ''Bana vurmayacak.''
''Konu Lillian, emin olamazsın.''
Bahçenin yarısını tamamlamış olan Elliot'ı takip ettim. Benden önce başkasıyla konuşursa kesinlikle birini öldürebilirdi.
Belki de bırakmalıydım.
Lillian'dan kurtulması işime gelirdi.
Gözlerimi art arda kırptım. Eğer onu öldürürse depresyona giren Elliot'a merhaba demek zorunda kalırdım. Ve bunu kesinlikle istemiyordum. Pekala zaman zaman sinir bozucu olabiliyordu ama etrafta onun gibi rahat davranabilecek biri olmadığında ben de huzursuz oluyordum.
Ona ulaşmama iki adım kalmıştı ki biri kolumdan tutup çekti. "Bir yere mi yetişiyorsun?"
Ve Elliot gözden kayboldu.
"Imm," Travis'in parlak ve davetkar gözlerine bir süre baktıktan sonra, "Hayır." diyebildim.
''Andrew nerede?'' dedi geldiğim yöne bakarken.
Önüne geçtim. ''Burada ve onu hücreye atmayacağına söz verdiğini biliyor.''
''Gelip gelmediğini merak ettim.'' dedi sakince. Ellerini belime koydu. ''Aynı yerde kalmanızın beni mutlu ettiğini söyleyemem.''
Sersemlemiş halde bahçedeki insanlara kaçamak bir bakış attım. ''Neden bizi birlikteymiş gibi gösteriyorsun?''
Travis kaşlarını kaldırarak, ''Onların içinde sen beni öptün.'' dedi.
Doğruydu, eve gitmek için izin alırken yapmıştım.
''Ve,'' dedi. ''Birlikte değil miyiz yoksa?''
''Ağzımdan öyle bir şey çıktı mı?''
Başını salladı. ''Dün akşam olabilir.'' dedi düşünceli bir tavırla. ''Beni gelmemekle tehdit ettiğinde kimsenin yerini alamayacağını söylemiştin.''

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kontrol (2)
Science FictionArkamı döndüğümde görmeyi umduğum son kişi orada duruyordu. Dağınık saçları, beni her gören kişide olan şaşkınlık ve bir çift siyah göz. Bütün beklediğim bu değil miydi? Koşup kollarına atılmam gerekiyordu. Tabii gerçek olsaydı. Brad bana doğru iki...