Gözlerimi pencereden sızan güneş ışığıyla araladığımda çoktan sabah olmuştu. Anlık bir refleks ile yanımda Direnç'i yokladım. Fakat yoktu, çoktan gitmiş olmalıydı. Kalkıp aşağı indim. Abimi ortalıklarda görememiştim. Normalde her sabah bu saatlerde kahvaltı sofrasında oturuyor olurdu. Masayı hazırlayan görevliyi fark ettiğimde "Abim nerede?" diye sordum. Kadın "Abiniz erkenden çıktı." deyince bir süre cevap vermedim. Kafamı sallayıp tekrar odama döndüğümde içimde bir endişe kırıntısı belirdi. Telefonumu alıp abimi aradığımda cevap vermemişti. Dün onu evden çıktığından beri görmemiştim ve neler olduğunu deli gibi merak ediyordum. Tekrar eve geldiğine göre demek ki bir şey olmamıştı. Ya da...olmuş muydu?
Sıkıntıyla bir nefes verip sigaramı aldıktan sonra balkona çıktım. Ucunu ateşleyip içime bir nefes çektim. Damarlarımın gevşediğini hissederken gri dumanı usulca üfledim dudaklarımdan. Hava diğer günlere göre daha güzeldi. Bunun bana huzur vermesini beklerken hiçte öyle olmadı. Çünkü başımda olan kara bulutlar, etrafımda ki güzelliklerin önünü kesiyordu.
Bugün çarşambaydı ve okula gitmem gerekiyordu. Fakat dün yaşananlardan dolayı o okula bir daha adım atabilecek cesareti bulamıyordum kendimde. Bu yüzden okula gitmemeye karar verdim. En azından bir kaç günlüğüne, kendime gelene kadar.
Tekrar içeri girip yatağımın üzerine oturdum. Karşıdaki aynadan yansımama baktığımda gözlerimin şiş, saçlarımın dağınık olduğunu gördüm. Gece uyumadan önce Direnç'e sarılıp ağlamıştım. Ne kadar göz yaşı döktüğümü hatırlamıyordum. Direnç ben istediğim için hiç bir şey sormayıp sadece sarılmıştı bana. Kolları arasında uykuya dalmış olmalıydım. Fakat şöyle bir gerçek vardı ki elbet bu konuyu konuşmamız gerekecekti. Ondan bir ey saklayamazdım.
Telefonum çaldığında başta abim olacağını düşünsem de arayan Karel'di.
"Günaydın." dedi enerjik bir ses tonuyla. "Bil bakalım şuan neredeyim?" dediğinde tüm moral bozukluğuma rağmen yüzüme bir gülüş yayıldı.
"Yoksa buraya mı geliyorsun?" dediğimde sesli bir şekilde güldü.
"Geldim bile." deyip odamın kapısından girdiğinde neye uğradığımı şaşırdım. Koşarak boynuna sarıldığımda "Boğulacağım." dedi gülerek. Kollarından ayrılıp "Çok şaşırdım. İyi ki geldin." dedim sevinçle. Kolundan tutup yatağa oturtturdum onu. "Nasılsın? keyfin yerinde mi?" diye sordu beklentiyle. Gözlerim birden yanmaya başladığında kendimi tutarak yüzüme zoraki bir gülüş yerleştirdim. "Her şey çok güzel, ben çok iyiyim." diye yalan söyledim. Pek tatmin olmadığı çatılan kaşlarından belliydi.
"Yalan söylüyorsun Güneş." dedi gözlerini kısarak "Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğuna eminim." Kafamı eğip tırnaklarımla oynamaya başladım. Ona olanları anlattığımda çok üzülecekti ve ben daha kötü hissedecektim.
"Şey..." diye mırıldandım. Elini yanağıma koyup gülümsedi ve "Lütfen." dedi. "Anlat bana." Kafamı salladım ve tüm olup biteni en ince ayrıntısına kadar anlattım. Ben konuşurken yüzü şekilden şekle girdi. Gözlerinin bile dolduğu oldu. Sonunda durdu ve sımsıkı sarıldı boynuma. Gözlerimden akan yaşlarla ellerimi beline doladım.
"Her şey yavaş yavaş ağır gelmeye başlıyor." diye mırıldandım. "Buna dayanabilecek miyim bilmiyorum." Kendini geri çekip elleriyle yanaklarımı sildi "En kötüsü de başına gelebilirdi bir tanem. Eğer Deniz denen kişi o an yetişmeseydi belki de..."
"Senin yanından taşınmam büyük bir hataydı." dedim sinirle. "Belki o zaman her şey eskisi gibi olurdu. Belki tüm bunları yaşamamış olurdum." dediğimde ellerimi tutup "Kadere inanır mısın Güneş?" diye sordu. Kafamı olumlu anlamda salladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennetin Lekesi (TAMAMLANDI)
General FictionRuhu, aydınlığın karanlık mahzenlerine saklanmıştı. O bir lekeydi. O...Cennetin Lekesiydi.