Geçmiş bir kapandı. Bende o kapana kısılan kişi.
Ölüm. Hiçliğin tanımı, yeniden doğuşun ta kendisiydi. Ama ölüm öyle bir giysiydi ki herkese yakışmazdı. Direnç o giysiyi giymeyi bekliyordu. Hemde kendisine yakışmayacağını bile bile.
Kollarıma yığıldığında doktorlar odaya doluşup ilk müdahaleyi yapmışlardı. Donakalmıştım. Ne ona yardım edebiliyor, ne de ben güçlü durabiliyordum. Sevdiğim adam öylece, sanki zamanında beni koruyup kollayan güçlü bedene sahip değilmiş gibi savunmasız kalmıştı.
"Neyi var?" diye sorduğum da ise "Fazla stres sonucu karşılaşılan bir durum. Bünyesi her şeyi kaldıramıyor." demişti bir doktor. Cevap vermemiştim. Tek yaptığım yorgun bacaklarımı biraz daha zorlayıp dışarı çıkmaktı. Boş bir bank bulup oturdum ve avuçlarımı yüzüme kapatıp bir süre sadece ağladım. Yanımdan geçen insanlar bana kuşkuyla baksa da bu umurumda değildi. Çünkü Direnç biraz ötemde hayat savaşı veriyordu.
Bir kaç dakika sonra Cenk geldi yanıma. "Şuan iyi. Uyuyor." dedi arkasına yaslanarak. Kafamı kaldırıp yanaklarımı sildim ve Cenk'e baktım. "Anlat." dedim. "Her şeyi."
Derin bir nefes aldı. "Üç yıldır yurt dışında tedavi görüyordu. Daha iyi bir tedavi için oraya gitmesini istemiştik. Fakat işler hiçte düşündüğümüz gibi olmadı." Boğazını temizledi ve titreyen sesiyle konuşmaya devam etti. "Onunla birlikte bizde yıprandık. Kemoterapi yanıt vermedi. Biz iyi bir haber beklerken her şey daha da kötüye gitti. Böbrek nakli gerekiyordu ama aileden kimsenin böbreğini vermesi mümkün değildi. Çünkü uyumsuzdu. Bekledik. Bir bağışçı yada ne bileyim...bekledik işte. Birilerinin bağış yapmasını. Ama...yok. Kimse yoktu." Artık ağlıyordu. "Kardeşim gözlerimin önünde eridi Güneş. Yıllarca hastalığı umurunda olmadı. Sadece seni sordu. Her gün sordu. Kendinden nefret etti hatta ölmek bile istedi seni bıraktığı için." Gözlerimden akan yaşlar önümü görmemi zorlaştırıyordu artık.
"Direnç artık dayanamıyordu. Seni görmek istiyordu. Tüm ısrarlarımıza rağmen bizi dinlemedi ve kalkıp Türkiye'ye geldi. Senin yanına. Affet diye." Cenk'in sözleri her saniye kalbimi biraz daha hızlandırıyordu.
"Geldi Güneş. Ve o gün gideceğini öğrendi. İngiltere'ye, hemde o oğlanla. Dünyası başına yıkıldı." dedi sinirle. Ağlamalarım hıçkırıklara dönüştü. Hatta nefret ettim o an kendimden. Sevdiğim adam dibime kadar gelmişti ve ben her şeyden habersiz çekip gitmiştim.
"Ve o gün bizi arayıp gideceğini söylediğinde Direnç'te yanımızdaydı Güneş. Her şeyi duydu ve o günden sonra gitti ve bir daha geri dönmedi."
Duyduklarım üzerime bir beton gibi oturmuştu. Cevap veremiyordum. Nasıl olabilirdi? Nasıl bu kadar habersiz olabilirdim?
"Yurt dışına döndüğünde durumu daha da ağırlaştı. Kemoterapi onu bambaşka birine dönüştü. Ben kardeşimin yüzüne bakamıyordum artık Güneş. Sürekli yurt dışına gidip geldiğim için kızımı, karımı bile göremiyordum doğru düzgün." Gözleri birden koyulaştı. "Hayatımız mahvoldu anladın mı? Belki o gün gitmeseydin Direnç burada kalırdı ve..."
"Sen ne dediğini sanıyorsun Cenk?" diye bağırdım yerimden kalkarak. Beni mi suçluyordu gerçekten?
"Bak ben..."
"Siz bana yalan söylediniz! Sizin suçunuz. Onu dinlemeyip en başından bana söyleseydiniz her şeyi, gider miyim sanıyordunuz ha?" Sertçe gözlerimi sildim. "Sakın! Sakın bir daha Direnç'in durumundan beni sorumlu tutma! Canımın ne kadar yandığını hiç biriniz anlayamazsınız!" dedim ve bir hışımla koşarak uzaklaştım oradan. Önüme gelen ilk taksiyi çevirdim ve kapıyı açıp oturdum. Hıçkırarak ağlıyordum. Hatta nefessiz kalmıştım ağlamaktan. Adam "İyi misin abla?" diye sorduğunda elimle 'bir saniye' işareti yapıp kendime gelmeye çalıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennetin Lekesi (TAMAMLANDI)
General FictionRuhu, aydınlığın karanlık mahzenlerine saklanmıştı. O bir lekeydi. O...Cennetin Lekesiydi.