KEYİFLİ OKUMALAR....
***
GELECEKTEN;
Ona aşı olmak dünyanın en güzel duygusu değildi. Ona aşık olmak, baştan yaratılmak gibiydi. Sıfırdan başlamak, yeniden doğmak gibiydi. Dünyanın en güzel değil en olağan üstü duygusuydu...
***
Öylece ardından bakakalmıştım. Omuzlarım istemsizce düşüvermişti.
Onu yine evime çağırmakla doğrumu yapmıştım?
Ah! Aptal kafam. Yine her şey istemediğim doğrultuda gelişmişti ve bunun tek sorumlusu bendim. Onu yanımda istemezken , nasıl olur da tekrar evime çağırabilirdim? Bir anlık bir gaflete kapılıp ,arkasından seslenmekle çok büyük bir hata yapmıştım . Fakat son gülümsemesi aklıma geldikçe 'ne kaybedebilirim ki' diye de düşünmekten alıkoyamıyordum kendimi.
Kafamdaki tüm düşünceleri bir kenara itekleyip yavaşça yürümeye koyuldum. Şehrin bu saatleri hep gürültülü ve karmaşık oluyordu. İnsanlar oradan oraya koşuşturuyor, herkes bir yere yetişmeye çalışıyordu. Kendimi öylesine soyutluyordum ki, tüm sesleri duymaz oluyordum. Vitrin camlarından kendime bakıyor ve ne kadar acınası olduğumu düşünüyordum her seferinde. Ne kadar aciz...
Çok korkaktım. Kendime hissetmeyi yasaklamış gibiydim sanki. Nötrdüm. Her şeye karşı. Gülümseyen yüzümün altındaki asıl ben, hep yorgun hissediyordu. Buna sebep olan epey sorunlar vardı. Düşünmek ve bunları kafamda büyütmekte en iyi yaptığım işti zaten. Hep anormal bir insan olduğumu düşünürdüm. Hoş, normal ve sıradan biri olmakta istemezdim. İşte bu sefer bunun sorumlusu ben değildim. Bunun tek sorumlusu -sorumluları- olmayan bir ailemdi. Yurt müdürümüz benim gayrimeşru bir çocuk olarak dünyaya geldiğimi söylediğinde 15 yaşındaydım. Bunu kaldırmak dünyanın en zor şeyiydi o zamanlar. Ve tüm bunlara göğüs germek ise en berbatı.
Şuan 19'una sayılı aylar kalan bir kızdım. Bir evim, bir arkadaşım, yiyeceğim yemeğim ve uyuyacak küçük bir yatağım vardı. Şükretmeyi biliyordum en azından. Çünkü bunların bir tanesine bile sahip olamayan insanlar vardı. Ah birde beni hiç bir zaman unutmayan ve yardımını esirgemeyen manevi annem.
Füsun hanım benim manevi annem gibiydi. Şuan eğer maddi bir zorluk çekmiyorsam onun sayesindeydi. Kendisi benim daha 2 haftalıkken bırakıldığım ve 16 yıl yaşadığım yurdun müdürüydü. İlginç bir şekilde beni diğerlerinden ayrı tutardı. Severdi. Hatta ilk montumu o almıştı. Bana verdiği bir tutam sevgi ve şevkatten dolayı onu hep manevi annem olarak görürdüm. Ayda bir kez yurda uğrar , çaya bisküvi batırıp yerdik. Benim rutinim haline gelen bir şeydi bu. En güzeli ise gözlerinin hala ilk günkü gibi sevgi dolu bakmasıydı. Karel ve Füsun anne hayatta sahip olduğum tek varlıklardı.
Şimdi ise boş bir sokağa sapmış ellerim cebimde yürüyordum. Düşünmüyor sadece yürüyordum. Karel biraz daha iyi olduğu için -gerçi bundan pek emin değilim- dışarı çıkma fırsatı bulmuştum. Çıkmasam daha iyiydi doğrusu. Çünkü akşam üzeri yüzleşmem gereken bir adet Direnç vardı.
Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm.
Geldiğim nokta duvarları soyulmuş 5 katlı binanın önüydü. Benim dışı yıpranmış içi sıcacık güzel evim.
Merdivenleri yavaşça tırmanıp 4. kata geldim. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde burnuma güzel bir koku geldi.
"Karel?" diye seslendim montumu askıya asarken.
"Mutfağa gel bebeğim. Harika şeyler yaptım." diye seslendi keyifle. Bu kız gerçekten iyi değildi.
Bebeğim mi? Gözlerimi devirip mutfağa girdim ve gördüğüm manzara ile olduğum yere çakıldım resmen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennetin Lekesi (TAMAMLANDI)
General FictionRuhu, aydınlığın karanlık mahzenlerine saklanmıştı. O bir lekeydi. O...Cennetin Lekesiydi.