Kendimi, karanlıkta usulca yanıp sönen bir fenerin altına sığınmış gibi hissediyordum. Ve o fener Direnç'ten başkası değildi. Beni tüm kötülüklerin arasından çekip alan ve ışığıyla önümü aydınlatan tek kişiydi. Ona beslediğim duygu aşk kadar basit bir duygu değildi. Ona aşık olmakla aptallık ederdim. Direnç'e olan borcumu ancak tüm benliğimle ona teslim olmakla öderdim. Aşık olarak değil.
Beni getirdiği mekandaydık. Kimseler yoktu. Uzun bir masada karşılıklı oturuyorduk ve gözlerimiz birbirine tutkuyla bakıyordu. Az önce yaptığı itiraflar hala tüm sıcaklığı ile içimde durmaktaydı ve hiç soğumayacak gibi duruyordu.
"Bunu daha ne kadar sürdüreceğiz?" diye sordu tek kaşını kaldırıp muzhipçe gülümseyerek. Parmaklarımı birbirine kenetleyip, elimi çenemin altına dayadım ve omzumu silktim. "Sen son verene kadar." Meydan okurcasına bende kaşlarımı kaldırdım. Yalan değildi, o beni izlemeyi bırakana kadar bende gözlerimi çekmeyecektim üzerinden.
"Şuan oraya gelip seni öpmemek için zor duruyorum." dediğinde kıkırdadım. Derin bir nefes alarak ayağa kalktım ve usulca yanına doğru yürümeye başladım. Ellerini masadan indirdi ve oturduğu yerde arkasına yaslandı. Gözlerini hala çekmemişti ve aynı tutkuyla bana bakıyordu.
Tam yanında durdum ve bir elimi yüzüne yaklaştırarak usulca saçlarını okşamaya başladım. Gülümsedi ve sert bir şekilde beni kucağına çekti. Sesli bir şekilde güldükten sonra diğer elimi de yüzüne koydum. Ona böylesine yakın olmayı seviyordum. Ona dokunmayı, zerrelerini hissetmeyi seviyordum.
Bakışları dudaklarıma indiğinde hala onu izliyordum. Titrek bir nefes alıp tekrar gözlerime odaklandı. "Çok tehlikelisin." diye mırıldandığında gözlerimi kırpıştırdım. Elleri belimden yukarıya doğru çıkarken nefesimi tutmuştum. Kalbim hızlanmaya başlamıştı ve bir heyecan dalgası beni avucunun içine almıştı. İşte bundan bahsediyordum. Ona karşı koyamamaktan.
Yüzünü yaklaştırdı ve tam dudakları dudaklarımın önünde olacak şekilde durdu. Sıcak nefesini yüzümde hissediyordum ve bu bedenimden bir titreşim dalgasının geçmesine sebep oluyordu.
"Şuan sana sarılmak varken, dudaklarını öpmek çok aptalca." dedi ve sımsıkı sarıldı bedenime. Gülümsedim ve kollarımı boynuna doladım. Bir süre öylece kaldık. "Kalbim ne durumda?" diye sorduğumda biraz daha sıktı kollarını. "Çok hızlı." dedi omzunu silkerek. "Ya benim ki?" diye sorduğunda göğsümde hissettiğim kalbinin sesini dinledim.
"Çok hızlı." dedim.
******
"...ve oradan da Belçika'ya geçtim." dediğinde dizlerimi kendime çekip gülümsedim. Direnç bir kaç yıl önce yaptığı dünya turunu anlatıyordu ve bende hayranlıkla onu dinliyordum. Çok kısa bir zaman içinde o kadar çok ülke gezmişti ki kıskanmamak elde değildi.
"Bende yurt dışına gitmek isterdim." dedim omzumu silkerek. Gülümsedi ve kollarımdan çekerek beni göğsüne yatırdı. "O zaman bizde bu yaz istediğin ülkeye gideriz." dediğinde kafamı kaldırıp şaşkınlıkla ona baktım. "Sahi mi?" diye sordum. Omzunu silkti ve gülümsedi "Mesela New York. Oraya gitmek istediğini biliyorum. Odanda tablosunu görmüştüm." deyince kıkırdadım ve tekrar göğsüne sokuldum. "Bu...bu harika olurdu." diye mırıldandım. Saçlarımı öptü ve bir süre öylece orada kaldı. Gözlerimi kapatıp göğsünün sıcaklığında kıvrılmanın tadını çıkardım.
Birkaç saat önce dağ evine gelmiştik ve olduğumuz gibi koltuğa serilmiştik. Direnç uzun bir süre araba kullandığı için bense tüm gün yaşadığım atraksiyonlardan dolayı bitap düşmüştük. Uzun ve yorucu bir gündü. Saat ise ikiye geliyordu. Yarın gecede buradaydık ve daha dinç olmamız için biraz uykuya ihtiyacımız vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennetin Lekesi (TAMAMLANDI)
General FictionRuhu, aydınlığın karanlık mahzenlerine saklanmıştı. O bir lekeydi. O...Cennetin Lekesiydi.