Uzun bir süre birbirimizi görmemiştik. Ona olan özlemim bir sarmaşık gibi dolanmıştı bedenime. Sert yapraklar zaman zaman canımı acıtsa da onsuzluğa direnmiştim. Fakat bu kör sarmaşığı çözen de o olmuştu. Gözlerimin en içine bakarken "Söylesene melek, her şeyinle cennete aitken beni nasıl bu kadar çok yaktın?" diye sormuştu. Tek yapabildiğim gözlerimi sıkıca kapatmaktı.
"Bu doğru değil." derken çoktan uzaklaşmıştım ondan. Ellerimi yüzünden hızla çekerken bana sarf ettiği büyüleyici sözleri benliğimde bir çarmığa gerip, oracıkta katlettim. Kaşları ondan uzaklaştığım ilk anda çatıldı.
"Doğru olmayan ne Güneş?" diye sorduğunda bir adım daha geriledim. Cevap vermediğimde iki adım ile yanıma gelip "Konuşsana." dedi. Kafamı iki yana sallayıp "O kadar kolay değil." dedim acıyla. "Dediklerini sindirmek hiç kolay değil." diye inlediğim de aklıma iki hafta önce arabada ki bağırışları geldi kulağıma. Bir tarafım her şeyi bir kenara atıp onun göğsüne sokulmam gerektiğini söylerken, diğer tarafım duvarlarımı daha sert örmem gerektiğini fısıldıyordu.
"Bak Güneş." dediğinde sabırlı davranmaya çalışıyordu. Yutkundu ve sözlerine daha sakin bir ses tonuyla devam etti. "Adamın biri geliyor ve bir kaç şerefsizin sana tecavüz etmeye kalktığını söylüyor. Sence böyle bir durumda nasıl bir davranış sergileyebilirdim? "
"Yanımda olabilirdin." dediğimde sustu ve kirpiklerinin altına saklanmış çimen yeşili gözlerini bana dikti. Bir an bakışlarından acı geçtiğini gördüm. Fakat bunu umursamamaya çalıştım. Çünkü o yanımda olmamıştı. Beni yaşadıklarımla bir başıma bırakmıştı. O zaman diliminde içimde kopan canhıraş feryatları sadece ben duyabilmiştim.
"O kadar safsın ki..." derken yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. Her ne kadar ona kızgın ve kırgın olsam da efsunkar gülüşü beni hep saha dışı bırakıyordu. "Ben saf değilim." dedim sesimi ruhsuz tutmaya çalışarak. Tekrar gülümsedi "Pekala, öğreneceklerinden sonra umarım büyük şoklara girmezsin." dedi kolumu kavrayarak "Şimdi benimle geliyorsun."
"Seninle gelmiyorum." derken hızla kolumu ellerinden çekmeye çalıştım. Fakat pekte başarılı olamadım. Çünkü güçlerimiz eşit değildi ve benden daha kuvvetli olduğu aşikardı.
"Ne öğrenecekmişim?" derken durdum ve onunda benimle beraber duraksamasını sağladım. "Bilmediklerini." deyip tekrar koluma asıldığında "Canımı yakıyorsun Direnç." diye tısladım dişlerimin arasından. Ellerini gevşetse de parmakları kolumu hala sıkı sıkıya tutuyordu. Arabaya yaklaştığımız da elini kolumdan çekerek beni koltuğa oturtturdu. Çatık kaşlarım ile koltuğa yerleşirken çoktan kapımı kapatıp kendi tarafına geçmeye başlamıştı. Ne yapmaya çalışıyordu? Bilmediğim ve öğrendiğimde çok şaşıracağım şey neydi? Tüm bu sorular beynime bir savaş açmıştı ve mağlubiyet kaçınılmazdı.
Sürücü koltuğuna yerleştiğinde hızla gazı kökledi ve asfaltı yakarcasına bir hareketle arabayı diğer yöne çevirdi. Kollarımı birbirine bağlayıp dışarıyı izlemeye koyuldum. Ondan tarafa bakmamaya çalışıyordum fakat teninin sıcaklığını hissederken bu hiçte kolay değildi.
"Susmanı sevmiyorum." diye mırıldandı. Cevap vermedim ve mümkünmüş gibi biraz daha sustum. "Ama..." derken elini elimin üzerine koydu "Sessizliğin huzur vermiyor değil." Bakışlarım ağır çekimdeymiş gibi ellerimizden yavaşça gözlerine çıkarken içimden bir ateş lavı aktığını hissettim. Dokunuşu her zerremi tuzla buz ediyor gibiydi.
"Beni nereye götürüyorsun?" diye sordum konudan tamamen bağımsız bir şekilde. Elini çekip vites topuna koydu. "Gittiğimiz de öğreneceksin." dediğinde dudağımı dişleyip tekrar döndüm önüme. Bu tavırları hiç hoşuma gitmemişti. Hemde hiç.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennetin Lekesi (TAMAMLANDI)
General FictionRuhu, aydınlığın karanlık mahzenlerine saklanmıştı. O bir lekeydi. O...Cennetin Lekesiydi.