İPEĞİN AĞZINDAN;
Bulut'a ilk müdahale yapılırken hala yanı başındaydım ve elini bırakmıyordum. Fakat bir hemşirenin beni zorla oradan götürmesiyle eli avucumdan sıyrılmıştı.
Ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerime birde akan makyajım eklenince berbat halde olmak kaçınılmazdı. Ama tüm bunlar bir gram umurumda değildi. Tek isteğim Bulut'un bir an önce kendine gelmesiydi. Çünkü yere yığılışı asla gözlerimin önünden gitmiyordu.
Direnç'e beslediğim nefret her geçen dakika artarken sinirle kendimi dışarı attım. Bir banka oturup ağlamaya devam ettim. Bu sinirimi atmanın tek yoluydu çünkü.
Bir kaç dakika geçti ve tekrar acile dönmeye karar verdim. Çünkü Bulut'un ne durumda olduğunu merak ediyor ve yanında olmak istiyordum.
Tam içeri adımımı atacaktım ki, acilin önünde ki kalabalık iki tane ambulansın gelmesiyle iki yana ayrıldı. Merakla gözlerimi o tarafa çevirdim ve ne olduğunu anlamaya çalıştım. Oldukça büyük bir vaka olmalıydı. Çünkü ambulansın kapıları açılınca görevliler birbirlerine komutlar veriyor, bir kaç doktorda koşarak o tarafa doğru gidiyor.
"Erkek, 26 yaşlarında ve kolunda kırık var. Solunum ve nabız normal."
"Kadın, 23 yaşında ve kalbi durmuş. Kaburgalarda kırıklar meydana gelmiş durumda. Aynı arabadalarmış."
Bir görevli doktorlara bu bilgileri verdikten sonra hızlıca sedyeleri acilin kapısına yönelttiler. Ortalık kargaşa halinde olduğu için kenara çekilip sedyelerin geçmesine izin verdim. Ve birden gördüğüm kişiyle ellerimi ağzıma götürdüm. Direnç gözleri açık ve bacağından süzülen kanlarla sedyede bir göl oluşmuştur halde önümden geçip gitti. Kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Ben daha bu şoku atlatamadan önümden geçen diğer bir sedyede ise Güneş yatıyordu. Yüzü tanınmayacak halde kanlar içindeydi. Sadece yüzü değil tüm vücudu kan kırmızısına bürünmüştü.
Az önce duyduklarım aklıma geldi. Görevlinin biri 'Kadının kalbi durmuş.' demişti. Yoksa bahsettikleri bu kadın Güneş miydi?
Kalbim artık ağzımda atmaya başladığında son hızla sedyelerin arkasından koşturdum ve en öne geçtim. Ağlıyordum. Öylesine çok ağlıyordum ki bayılacak gibiydim. Güneş'in kalbi durmuştu.
"Hanım efendi izin verir misiniz?" dedi bir doktor beni kolumdan çekiştirerek. Sinirle tekrar sedyenin demirinden tuttum ve "Bırakın." diye bağırdım. "O benim arkadaşım."
Ve o an ağzımdan çıkan kelimeler yüzünden bir başkası değil ben duraklatmıştım kendimi. Olduğum yerde öylece durdum. Berbat ve bitmiş halde.
Tüm bunların sorumlusu en başından beri bendim. Her şeyin kötüye gitmesini sağlayan bendim. Şimdi kim oluyor da Güneş'e arkadaşım diyebiliyordum ki? Ben onun arkadaşı olacak kadar vicdanlı mıydım? Ben onun arkadaşlığını hak edecek kadar iyi miydim?
Şimdi durup kendi halime acıyordum. Acizdim. Bulut benim yüzümden yaralanmıştı. Direnç benim yüzümden o arabaya Güneş'le binmiş ve berbat haldeydi. Ve benim yüzümden, Güneş...ölüyordu.
Nasıl bir insandım ben? Nasıl bu kadar kötü olabilirdim?
Sırf Güneş ve Bulut'u öpüşürken gördüğüm için ne planlar yaptım. Hatta bıçak altına bile yattım. Sırf Güneş'ten intikam almak için gittim sevgilisini öptüm. Tüm bunları ben yaptım ve yaparken bir gram sızlamadı vicdanım. Sonuçlarını düşünmedim. Bağlandığım intikam duygusu beni olmadığım birine dönüştürdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennetin Lekesi (TAMAMLANDI)
General FictionRuhu, aydınlığın karanlık mahzenlerine saklanmıştı. O bir lekeydi. O...Cennetin Lekesiydi.