Korkmuş, üşümüş bir çocuk düşünün. Titriyor, sarsılıyor ve yapayalnız. İşte tam da o an, onun kollarındayken öyle hissediyordum. Gözlerimi kapamış, sadece beni öpüşüne odaklanmıştım. Sıcak dudakları damarlarımda ki kanın akış süratini bir hayli hızlandırıyordu. Onda eriyor, onda tutuşuyordum. Ve tek yapabildiğim cayır cayır yanmaktı.
Gözlerimi aralayıp dudaklarımı çektim istemeden de olsa. Yeşillerini izlerken bir yandan da dudaklarım arasından sızan tuzlu sıvıyı tadıyordum. Biz ona göz yaşı diyorduk. Elini uzatıp yanaklarımı usulca sildikten sonra alnıma ufak ve masumane bir öpücük kondurdu.
"Burada uyumak istiyorum." diye mırıldandığım da hiç bir şey demeden elimi tuttu ve beni sert zemine oturttu. Kendide yanıma ilişip kollarını boynuma sardı ve küçük bedenimi göğsüne sakladı. Gözlerimi ağır ağır kapatıp kokusunu iliklerimden sızdırdım. Bu beni hiç olmadığım kadar rahatlatıyordu.
"Çok güzelsin." dediğin de gülümsedim. "Küçük bir çocuk kadar güzelsin Güneş." Fakat bir çocuk kadar masum değildim. İşte en çok ta bu yakıyordu canımı. Ona gerçekleri söyleyebilecek kadar cesur olmayı dilerdim. Ama ben daha kendime bile itiraf edemediğim gerçekler altında ezilen bir kızdım. Beni farklı kılan da buydu işte. Ruhsuz görüntümün altında yatan, ürkek kız çocuğu.
"Sadece uyumak istiyorum Direnç." diye mırıldandım. Saçlarıma küçük bir öpücük kondurup "Uyu güzelim." dedi. Bacaklarımı Direnç'in kucağına uzatıp iyice sokuldum büyük bedenine. Bana öylesine sıkı sarılıyordu ki, uzaktan bakan birisinin beni görmesi olası bile değildi. Uykunun zihnimde sallanan ipine tutunup kendimi öylece bıraktım. En son hatırladığım Direnç'in baba şefkatiyle mırıldandığı sözlerdi.
"Uyu benim güzel kızım."
*****
Bedenim bir titreşim dalgasıyla hareketlendiğinde gözlerimi sıçrayarak araladım. Üşümüştüm ve soğuk içime işlemiş gibiydi. Kafamı soluma çevirdiğim de Direnç kafasını eline dayamış halde beni seyrediyordu. Ruhum da peydah olan kıpırtıya engel olamayarak gülümsedim. "Beni izliyorsun." Onun gibi bende kafamı elime dayadım ve gözlerinin en kuytu köşelerinde kayıp olurcasına izlemeye koyuldum onu. Elimi boynuma götürdüğümde kolyenin orada takılı olduğunu gördüm. Ben uyurken takmış olmalıydı.
Omzunu silkti ve dudakları bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Çünkü bunu seviyorum." dediğin de gözleri dudaklarımda takılı kaldı. Bu tavrı beni her ne kadar heyecanlandırsa da kendimi frenlemeyi başardım. Ona her seferinde teslim olmak hoşuma gitmiyordu. Ama bu kaçınılmazdı da.
"Bir fikrim var." dediğin de kafamı 'Nedir?' anlamında salladım. "Hani seni götürdüğüm dağ evi vardı ya, tekrar oraya gidelim mi?" Düşünmem sadece bir kaç saniyemi aldı. Bu gerçekten benim için iyi bir fikirdi. Çünkü son 24 saatte yaşadıklarım beni epey bunaltmış ve yormuştu.
"Ağabeyini arar izin alırım." dediğin de gülümsememe engel olamadım. İyi olmam için çırpınıyordu resmen. Oysa ki ben onun için tek bir şey bile yapmıyordum. Ne acı...
"Güzel fikir." dedim toparlanarak. "Ama önce eve gitmem lazım." Gözlerimle valizi işaret ettim. "Düzeltmem gereken bir kaç durum var." Benim gibi toparlanıp dikkatle gözlerime baktı. Sormak istediği çok şey vardı ama cevapsız kalacağını da biliyordu.
"Her şeyi ayrıntısıyla konuşacağız." dediğin de derin bir iç çekerek ayaklandım. Kaçtığım şey zaten konuşmaktı. Birde üstüne bunu istiyordu benden. Üzerimi düzeltip ayakkabılarımın bağcıklarını tekrar bağladım. O sırada bana baktığını hissedebiliyordum. Hiç ondan tarafa dönmeden valizi sürüklemeye başladım. Fakat saniyeler içinde elimden alıp kendi çekmeye başladı valizi. Bir şey demedim. Peşinden yürümeye başladım. Kapıya geldiğimizde bir kez daha baktım boş evime. Buraya her veda edişimde biraz daha sızlıyordu kemiklerim. Fazla durmadan kapıyı çektim ve çıktık oradan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennetin Lekesi (TAMAMLANDI)
General FictionRuhu, aydınlığın karanlık mahzenlerine saklanmıştı. O bir lekeydi. O...Cennetin Lekesiydi.