YN: Medya da Luhan'ın Balo'daki görünüşü var. (Not:Balodan önce sarışındı.)
Luhan, Sehun ile göz göze geldiği o ilk iki saniye yaşadığı hayal kırıklığının yerini, ani bir değişimle yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Sehun'un gözlerinde ise soğukluğun yerini ateş, donukluğun yerini şaşkınlık ve şok almıştı.
Onu burada görmeyi gerçekten de beklemiyordu. Fakat buna rağmen yerinden bir santim bile kıpırdamamıştı. Ellerinin titrediğini, tuttuğu kadehin içindeki şarabın hareketinden, bulunduğu yerden bile fark edebiliyordu.
Yanına gitmek için dayanılmaz bir istek duysa da, John'un kolunu sıkıca tutan elinden bunu yapmaması gerektiğini anladı.
Ona yaklaşmanın asında hiçte o kadar kolay olmadığı ortadaydı. Buldukları ortamda birkaç ay önce yaşadıklarının şimdi hiçbir önemi yoktu. Çünkü çevresinde neredeyse etten bir duvar ören korumaları es geçse bile, Sehun'un bakışları bunu yapmasını onaylamıyor gibiydi.
İçini çekerek sanki orada yokmuş gibi davranmak katlanılmaz gelse de, Sehun'un kendisine söylediklerini hatırlamaya çalıştı. Onunla yalnız kalmalarını sağlayacak durumu yaratmak için oldukça ilginç bir planı vardı.
Üstelik bunu kendi başını belaya sokma pahasına yapacaktı. Bunu bile bile olacaklara seyirci kalmak hoşuna gitmese de, Sehun'a ulaşabilmek için başka bir çaresi yokmuş gibi görünüyordu.
Gözlerini sadece birkaç saniyeliğine kapattı. Açtığında Sehun'un kendisine değil odanın öbür ucuna baktığını ve yüzünde de garip, anlaşılmaz bir ifadenin belirdiğini fark etti.
Bu onu meraklandırmaktan çok ürkütmüştü. Çünkü Sehun'un suratı bembeyaz olmuş, bakışları da tekrar donuklaşarak boş bakmaya başlamıştı.
Kafasını çevirip baktığında, diğer konukların ve John'un da aynı yere baktığını görmüş, merakına yenilerek herkesin dikkatle baktığı yere döndü.
Oldukça yakışıklı ve ilgi çekici bir adam kapının önünde durmuş, doğrudan doğruya Sehun'a bakıyordu. Luıhan'ın içinde bir anda beliren huzursuzluk, yeni gelen adamın sanki hipnotize olmuş gibi Sehun'a doğru yürümesiyle büyümüştü.
En kötüsü de Sehun'un bakışlarını bu adamdan ayırmayışıydı. Yüz ifadesini şu anda okumak zor olduğundan, Luhan onun yeni gelen adama karşı bu tuhaf ilgisine anlam verememişti.
John'un hemen yanında durması yüzünden, onun ağzının içinden söylendiğini çok rahat bir şekilde duyabiliyordu.
"Bunun böyle olacağı belliydi."
"Ne?"
"Yok bir şey, hadi gidelim Lu."
"Hayır, onunla görüşmeden bir yere gitmek istemiyorum ben."
"Ona bir bak lütfen! Şu ada bunu gerçekten de yapabileceğine inanıyor musun?"
"Neden bahsediyorsun sen?"
"Bu adamın kim olduğunu biliyor musun?"
"Bana doğru düzgün bir açıklama yapmazsan nereden bilebilirim? Aklını okumamı falan mı bekliyorsun?"
"Tanrım! Sehun'a âşık olunca aynı huylarını da kapmışsın, sakin ol biraz."
"O zaman bana o adamın neden Sehun'un içine düşermiş gibi baktığını ve Sehun'un onu görünce neden yüzünün renginin attığını açıkla!"
"O adam Çin kralının öz yeğeni... Ve ne yazık ki Sehun'un ölen nişanlısı Lay'e ikizi kadar benziyor ya da doğrusu ikizi gibi denilebilir."
"Anlamıyorum..."
"Onu sadece bir kez o da çok uzaktan görmüştüm. O zaman saçları sarıydı. Sanırım birileri Lay'e aşırı benzediğini keşfedip, planı bozulmasın diye saçlarını boyatmaya ikna etmiş ki gördüğün gibi oldukça başarılılar. Bu kadar benzediğini ben bile bilmiyordum."
"Ama neden? Bunu ona neden yapıyorlar? Onu görünce daha çok acı çekmesi için mi?"
"Bu iş anladığım kadarıyla sandığımızdan biraz daha karışık Luhan. Galiba birileri Sehun'u veliaht olduğu için tuzağa düşürmeye çalışıyor."
John'un sesindeki umutsuz tınıyı duyan Luhan'ın içini büyük bir korku kapladı. Sadece birkaç adım ötesinde duran sevdiği adam, kendisine değil de bir başkasına tüm dikkatini vererek bakıyordu.
Aklı gördüklerini sürekli sorgularken, kalbi yaşadığı hayal kırıklığı yüzünden göğsünün içinde adeta bir ateş gibi yanıyor, onu kavuruyordu.
Buradan birkaç saniye onun bakışlarıyla avunabilmiş olmanın verdiği rahatlıkla ayrılmak istemiyordu. Bir açıklaması olduğuna emindi. Belli ki bu adamın ölen nişanlısına ikizi kadar benzemesi onun muhtemelen kafasını karıştırmıştı.
Ama içini kemirmeye başlayan sese de bir türlü kulaklarını tıkayamıyordu. Yanlış bir şeyler olduğunu söyleyen ve bir türlü engelleyemediği bir dürtüye yenilmek üzereydi.
Luhan, Sehun'u gerçekten o an hiç kıskanmadığı kadar kıskanmış, kendisini hiç bu derece çaresiz ve perişan olmuş hissetmemişti.
İkisinin de adeta bir mıknatıs misali birbirlerine çekilişlerini görüyor ama elinden bunu durdurmaya yetecek hiçbir şey gelmiyordu.
John, bu gidişatın seyrinden hiç memnun değildi. Özellikle de Sehun'un vereceği tepki, beklediği yönde olmamıştı. Bu da onun canını sıkması için eline gerçek bir neden veriyordu.
Luhan'ı görünce bir şekilde yanlarına gelip, kendisine bunu nasıl yaptığına dair hesap sormasını umut etmişti. Eskiden tanıdığı Sehun olsaydı kesinlikle böyle davranırdı.
Ama şimdi yanılmış olmanın vermiş olduğu hayal kırıklığı John'u yiyip bitiriyordu. Luhan'ın yaşadığı kıskançlığı o da iliklerine kadar hissetmeye başlamıştı.
John bir kenara atılmış hissettiği için burnundan soluyordu. Planı kimin oyuna koyduğunu az çok tahmin edebiliyordu etmesine ama asıl bilmediği bunun Sehun'un büyükbabasının tek başına yapmadığı ve tüm kraliyet ailesini de zan altında bırakıyor oluşuydu.
Oynanan oyun her ne ise buradaki anahtar kişi Sehun'dan başkası değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhumun Dalgaları
FanfictionRuhumun dalgaları, koşup kabarmayınız Her damlanız tutuşan göğsüme birer bıçak. Kalbim bir kayadır ki, neredeyse yıkılacak, Hayalden köpüklerle kalbimi sarmayınız. Dümdüz olsam diyorum ve kumlu bir sahili Yalayan sular gibi siz de yavaşlasanız...