Mucizeler... Bölüm 42

274 28 25
                                    

Nihayet yb geldi :) İyi okumalar ... Yorum ve oy bırakmayı unutmayın. 




O sabah kesin bir karar alarak uyanmıştım.
Seul'a gidecektim...

Neden bu kararı verdiğimi tam olarak bilmiyordum. Belki de kalbim bunu istiyor diyeydi... Beynim bağıra bağıra hayır gitmemelisin dese de şimdilik bu umurumda değildi.

Babama iyi haberi henüz verememiştim saat farkından ötürü orada şu an geceydi. Seul'da ne kadar kalacağımı bilmiyordum. Sonsuza dek orada kalamazdım. Ne de olsa ben artık Ha-Na değil, Gaye'ydim... Asıl hayatım buradaydı. Ama yine de orada bıraktığım hayatı deli gibi merak ediyordum. Deli gibi orada olmak istiyordum.
Öğleden sonra evde oturmuş tembellik ederken hiç beklemediğim bir anda kapı çaldı.
Üzerimde ki pijamalara aldırış etmeden kapıya koşturdum.
''Merhaba!'' Dedi karşımda duran Hakan ışıl ışıl gülümsemesiyle.
''Hakan?'' Dedim soru soran gözlerimle. ''Biliyorum beni beklemiyordun.''
''E-evet?'' Dedim utançla.
''İçeri davet etmeyecek misin?''
''Gelsene!'' Etraf o kadar dağınıktı ki... Ve ben tam bir paspaldım şu an. Koltukta duran battaniyeyi, gazeteleri, kitapları toparladım ve ona yer açtım. ''Kusura bakma biraz dağınık...''
''Sorun değil Gaye! Otursana.'' Dedi o da beni davet edip. Karşısına geçip oturdum. ''Bir şey ister miydin?''
''Belki bir su...''
''Su ve kahve?'' Diye sordum. ''Olur!''
Koşarak bir filtre kahve ve su alıp tekrar yanına döndüm. ''Haber vermeden geldiğim için özür dilerim.'' Dedi Hakan'ın temiz pak, düzenli halini gördükçe kendi halimden utanıyordum.
''Sorun değil. Hazırlansam çok daha iyi olurdu gerçi.'' Derken gülmüştüm. Hakan'da utançla sırıttı.
Hakan ile uzun uzun ve ayrıca boş boş muhabbet etmiştik. Neden burada olduğunu hala söylememişti ve gereksiz bir gerginlik içerisindeydi.
Kahvesi bitince mahcup bir edayla yüzüme baktı. ''Bir tane daha ister misin?''
''Hayır hayır! Fazlası biliyorsun stresi artırıyor.'' Dedi bilgiç bir tavırla.

''Biraz Güney Kore'den bahsetsene Gaye... Çifte vatandaşlığın var ve sen uzun bir süre orada yaşadın.''
Nereden çıkmıştı şimdi bu? Neden geçmişi açmıştı birden?
Gerginlikle güldüm.
''Oradan bahsetmeyi pek sevmiyorum Hakan!''
Hayal kırıklığı içerisinde bana baktı. ''Neden? Yani yanlış anlama seni biraz daha tanımak istiyorum.'' Bu garip isteği karşısında şaşıp kalmıştım.
''Biliyor musun yakında oraya gidiyorum. Bir süre Seul'da kalacağım.''
''Ne?'' Dedi Hakan birden yüzü düşmüştü.
''Evet, babam orada doktor biliyorsun. Onun için gidiyorum.''
''Hatırlıyorum. Bir süreden kastın ne?'' Hakan epey meraklı gözüküyordu.
''İnan hiçbir fikrim yok belki bir hafta belki bir ay. Tezi teslim ettikten sonra burada pek bir işim kalmıyor.''
Hakan dudağını ısırdı ve gözlerini halıya dikti bir şey düşündüğü kesindi.
''Bir haftadan fazla kalmasan keşke...'' Diye belirtti birden. Gülerek ona baktım. ''Yine de onca yolu bir hafta için gitmek...''
''Belki seni geri dönmen için teşvik edecek bir teklifim olur!'' Dedi.
Bir an onun iş teklifini unuttuğumu fark ettim. Nasıl ayıp olmuştu ona!
''Hakan! Özür dilerim ya ben onu tamamen unutmuştum. Sana döndüğümde kesin fikrimi söylerim.''
''Dur Gaye dur! Öyle bir şey değil bu.'' Dedi gülerek.
''Ne?'' Dedim şaşkın şaşkın.
''Bu garip olacak ama ve aynı zamanda çok çabuk....'' Hakan'ın yüzü kızarmıştı ve alnında küçük terler vardı.
''Bak Gaye! Ben son bir yıldır senden çok hoşlandığımı fark ettim ve bu hoşlantı gün geçtikçe arttı. Sana aşık olmuş olabilirim... Yani şayet her gün senin düşünle yatıp senin düşünle kalkmak aşksa ben aşık oldum sana. İşte tam bu yüzden hayatımın geri kalanında seninle olmak istiyorum. Gaye...'' Dedi soluklanıp.

Kalp atışlarım hızlanırken kafamda yine bir flashback patladı.

Soluk borum sanki gittikçe daralıyordu. Kurşunun ağırlığı göğsümde varlığını sürdürürken tuhaf bir rehavet çökmüştü üstüme. Galiba ölmek böyle bir şeydi. Ama yine de bu acı çektiğim gerçeğini değiştirmiyordu. Bu acıyı çekmektense hemen işim bitsin istiyordum. Kısık kısık nefes alıp verdim. Sesleri artık seçemiyordum gözlerimde iyi görmüyordu. Kendi kanım elime akmıştı sıcak sıcak. Ne garipti... Ne sancılıydı. Aşk ve kan içerisinde yok olup gidiyordum. Kendi ismim acı acı Lu-Han'ın dudaklarından dökülüyordu. Defalarca kez... Bu acımı azdıran cinstendi. Lu-Han'ın da acı çektiğini bilmek... Az sonra sıra ona gelecekti değil mi? Onu da öldüreceklerdi.

Dışa açılan büyük, demir kapılar ağır ağır açılırken karanlık bodrumu gün ışığı doldurdu. Gözlerimi sıkıca kapattım. Vücudumun her zerresi acıdan seyirken başka bir sesle adım yankılandı. ''Ha-Na!'' Daha çok bir çığlık gibiydi. Gözlerimi açtığımda Kai'nin bana koştuğunu gördüm. Ve arkasında ki kurt sürüsünü... Sonrası bir katliam gibiydi. En azından şunu bilerek ölüyordum. Lu-Han kurtulmuştu...
...

gözlerimi kırpıştırarak karşımda kıpkırmızı olmuş Hakan'a baktım. ''Bunu da lütfen düşün olur mu? Geri döndüğünde- yani Seul'dan dört gözle cevabını bekliyor olacağım.''
''Hakan...'' Dedim nihayet ağzımdan bir şey çıkmıştı. Hakan merakla bana baktı.
''Ben bunu hiç beklemiyordum.''
''Biliyorum! Yani umarım geç kalmamışımdır. Ama sen hep- yani sen çok kapalı bir kutusun. Seni çözmek çok zordu. Bende acele etmek istemedim.''
''Anlıyorum.'' Dedim şu an bir psikolog gibi konuşmuştum. ''Ne diyeceğimi hiç bilmiyorum!''
Cevabım çok netti aslında. Ama insan Hakan'ın karşısında kabalaşamıyordu. O öyle kibardı ki...

''Düşün! Olur mu?''
''E-evet. Bunu yapacağım.'' Diyebildim. Hala şok içerisindeydim doğrusu. Dört ya da beş yıldır arkadaştık onunla hiç ama hiç belli etmemişti. '' O zaman ben gideyim artık.'' Ayaklandı ve kapıya doğru yöneldi.
Peşinden ağır ağır gittim.

''hoşça kal Hakan!'' dedim nedensizce utanmıştım bende. Hakan hiç beklemediğim bir anda bana sarılınca gözlerim kocaman açıldı. Ellerim havada ne yapacağımı bilememiştim. Bana ilk kez sarılmıyordu ama bu kez farklı olduğunu hissetmiştim. ''Şimdiden iyi yolculuklar Gaye...''

Ve bir flasback daha...

''hoşça kal Ha-Na!'' Demişti Kai. Gözlerinin dolduğunu görmüştüm. Onun karşısında bende güçlü kalamamıştım. ''Çocuklara onları özleyeceğimi söyle.''
''Bunu kendin yapmalıydın.'' Diye çıkıştı birden. Kapıdan çıkmak üzereydi ama sinirlenip geri döndü.
''Yapamam Kai! Bu- bu beni kahrediyor.''
''Çok üzülecekler.'' Kai gözyaşlarını elinin tersiyle sildi ve bana öfkeyle baktı.
''Beni anlamaya çalış Kai yalvarırım.''
''Ne zaman döneceksin?'' Derken bir çocuk gibiydi. ''Bilmiyorum Kai! Babam burada kalmamı istemiyor. Belki-ben belki hiç dönmem.''
''NE?'' Dedi öfkeyle.
Başımı usul usul salladım. ''Ha-Na bunu bize nasıl yaparsın? Sen- sen gerçekten... Tamam tamam sakin düşüneceğim. Bize yapıyorsun bunu... Peki Lu-Han'a ne diyeceksin?'' Dedi Kai o kadar çaresizdi ki bunca zaman didişip durduğu Lu-Han'ı öne sürmüştü. Gitmemem için her şeyi söylüyordu.
''Onun haberi var Kai!'' Dedim sessizce. İsmi kalbimi acıtmıştı.
''O şerefsiz buna göz mü yumuyor?''
Kai yumruğunu kapıya geçirdi. ''Beni koruduğunu düşünüyor.''
''Başlarım onun korumasına... Sen uzaktayken seni nasıl koruruz?''
''Beni kendisinden koruduğunu düşünüyor Kai.''
''Siktirsin...'' dedi sessizce küfür ederken.
''Kai bak. Yeterince zorlanıyorum zaten. Lütfen yapma böyle.''
''Seni ne zaman görebileceğim bir daha... Söyle!''
Yalvarır gibi konuşuyordu. Oturduğum tekerlekli sandalyeden ona baktım. O da önüme diz çöktü.
Elimi onun omzuna koydum.
''Bilsem...''
''Madem öyle! Ben gelirim.'' Dedi.
''Gel!'' Dedim yarım yamalak gülümserken gözyaşım onun elinin üzerine düşmüştü. Kai'de birden dizime yattı ve hıçkırarak ağlamaya başladı.
''Gidiyorsun yani... Ben-ben seni çok sevdim Ha-Na! Ve son nefesime kadar seni seveceğim. Sen beni sevmesen de...''
''Ah Kai...'' Dedim saçlarını usul usul okşayarak.

...
Beş yıl olmuştu ne o gelmişti ne ben gitmiştim. Tek bir haber bile alamamıştık birbirimizden...
...

Hakan'ı yolladıktan sonra tuhaf düşüncelerle bilgisayarımın başına oturdum ve tezi teslim ettikten sonra ki en yakın tarihli Seul uçak biletine baktım. Mayıs ayının son haftasına bilet vardı hiç düşünmeden ayırdım. İçim içime sığmıyordu bir yandan da o kadar korkuyordum ki...

Akşam olmadan babamı arayıp güzel haberi verdim. Hwa Young ile çok sevindiklerini söylediler. Tae Sun bile beni bekliyormuş. Gerçi o ufaklığın beni hatırladığını hiç sanmıyordum... Yine de onu da çok özlemiştim.

...

Tam bir hafta sonra tezimi teslim ettikten sonra eşyalarımı alıp doğruca havaalanına gittim. Hakan'la bir daha hiç konuşmamıştık. Onu merak etmiyor değildim ama elim aramaya gitmemişti. Tüm bunları geride bırakıp uçağa binmiştim.
Seul...
İlk aşkım, ilk acılarım, her şeyim... Tüm geçmişim...
Sana geliyorum!
...

Sabiha Gökçen Havalimanı 'ndan Seul Incheon Havalimanı'na yaklaşık dokuz buçuk saat uçuştan sonra nihayet varmıştım. Kalbim deli gibi çarparken kısa evrak işlerinden sonra kendimi dışarıya attım. Mayıs ayının son Pazartesi'ndeydik... Klasik Seul baharıydı. Harika, güneşli bir hava ama yine de biraz serin... Çok çok heyecanlıydım. Yerimde adeta zıplamıştım. O tanıdık Korece konuşmalar, Koreli yüzler... Nasıl bir özlemdi bu böyle?
Bavulumu çeke çeke bir taksiye bindim ve Hongdae'ye geldim.

İnsanların bana garip bakışları hala aynıydı. Turist olduğumu sanıp arkamdan bağıran esnaflar, laf atan erkekler... Hepsi hala aynıydı. Şu an Gaye değildim... Ben şu an Ha-Na'ydım. Beş yıl öncesinde ki gibi... İçim titriyordu, gözlerim dolu doluydu. Tanıdık bir yüz görmenin heyecanıyla etrafıma bakındım. Her şey neredeyse aynıydı. Sokakta balık keki satanlar, köşede ki noodlecı... Kokusunu bile özlemiştim buranın. Eve gitmeden önce kendimi bir noodlecıya attım. Korece konuşmayı bile özlemiştim biraz paslanmıştım gerçi... Jajangmyeon söyledim... Bu siyah fasulye soslu noodleı bile öpebilirdim şu an.
Keyifle yedikten sonra yürüyerek evimizin olduğu sokağa giden o loş ışıklı tünele girdim.
Bu tünel...
Lu-Han'la ilk konuştuğumuz yerdi. Birbirimize yaklaştığımız ilk yer... Derin bir nefes alıp çukurlu yolda bavulumu çekerek yürümeye devam ettim. Nihayet yaşadığımız sokağa gelebilmiştim. Kalbim deli gibi atıyordu, dizlerim boşalmıştı. Sanki bayılacakmışım gibi. Kafamı kaldırıp mavi gökyüzüne baktım ve temiz havayı hızlı hızlı soludum. Kendimi Lu-Han'ın yaşadığı eve bakarken bulmuştum. O ahşap ev hala aynıydı... İlk günkü kadar eski, kasvetli biraz korkunç ama bir o kadar anı dolu...
Evin tahta, büyük kapısı ardına kadar açılınca kalbim ağzımda atmaya başladı birden. Elimde bavulum öylece bakakalmıştım. İçerinden kimin çıkacağını merakla bekliyorken bir adam küçük kızıyla gülerek içeriden çıktı. Benimle göz göze gelince utançla kafamı çevirdim. Belli ki şaşırmıştı.
''Affedersiniz.'' Dedim onu durdurarak. Şaşkın gözleriyle tekrar bana baktı. Ne yaptığımı bende bilmiyordum.
''Korece konuşabiliyorsunuz.'' Dedi hayretle. ''Evet.'' Dedim gülerek. ''Buyurun?''
''Burada mı yaşıyorsunuz?''
Adam garip garip bana bakıyordu hala.
''Evet!''
''Kusura bakmayın burada sizden önce arkadaşlarım yaşıyordu. Sanırım taşınmışlar.'' Dedim kalbim hala hızla atıyordu.
''AAA! Evet evet o çocukları hatırlıyorum yanılmıyorsam beş yıl önceydi.''
Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Tek bir haber... Tek bir!
''Nereye gittiklerini bilmiyorum! Daha doğrusu emin değilim. Yanılmıyorsam Çinliydiler.''
''Evet!'' Dedim heyecanla.
''Çin'e döndüklerini sanıyorum.''
''Çin'e mi?'' Dedim şok içinde. Kanım sanki çekilmişti birden içim ürpermişti. Demek o kadar uzaktı bana...
''Emin değilim dediğim gibi. Bir daha onları hiç görmedim.''
''Anladım. Teşekkür ederim.''
''Rica ederim, iyi günler.''
''İyi günler...''

Adam kızıyla uzaklaşırken ben öylece eve bakakalmıştım. Sahiden gitmiş miydi? Hadi ama... Ne umuyordum ki? Niye gelmiştim ki buraya? Onu görmeye mi? Hiçbir şey olmamış gibi beni mi karşılayacaktı?

Kendime gelip bizim evin kapısına yöneldim. Zili çaldıktan on saniye sonra kapıyı on yaşlarında bir kız çocuğu açtı. ''Tae Sun?'' Dedim heyecanla. ''Merhaba! Sen Ha-Na olmalısın.'' Dedi sakin sakin. O kadar büyümüştü ki... Tıpkı Sehun'a benziyordu. Onun gibi soğuktu...
''ANNEEE BABAAAA HA-NA burada!'' Dedi. İçeriye geçerken bile hala heyecandan titriyordum. Ev hala aynıydı... O koku, o hava...
''HA-NA!'' Babamın sesini duyunca ürperdim. ''Baba!'' Dedim onunla ara ara görüştüğümüz için çok garip hissetmemiştim. Ama Hwa Young'u da yıllardır görmüyordum. Birbirimizi hasretle kucaklarken gözyaşlarıma hakim olamamıştım. Yorgunluktan ve mutluluktan sarhoş gibiydim.
''Hadi içeri geç Ha-Na yemekler seni bekliyor.'' Dedi Hwa Young. Hala tatlıydı bu kadın.
Babam eşyalarımı taşımama yardım etti. Odamın kapısını açınca beş yıl öncesinin tüm anıları beynime uçuştu. Gözyaşlarımı saklayamamıştım o an. Babam omzumdan tuttu. ''İyi misin?'' Dedi.
''Özlemişim.'' Diyebildim. ''Hadi biraz dinlen kendine gel sonra yemek yersin.'' O an aklıma Sehun geldi. Acaba neredeydi? Artık burada yaşamıyor muydu ki?

bavulumu köşeye bırakıp hasretle odama baktım. Her şey hala yerli yerindeydi. Hiçbir şey yerinden bir santim bile oynamamıştı. Yatağım, çalışma masam...Gardolabım. Yatağımın üzerinde duran peluş oyuncak... Bunu Lu-Han bana oyuncak makinesinden almıştı. Sessizce yatağımı üzerine uzandım ve gözlerimi yumdum.
Bir an için gözlerimi kapattım uyumuş muydum bilmiyordum ama yatağımda başka bir ağırlık hissettim. Sanki... sanki birisi oturmuş gibi. Gözlerimi hemen açıp doğruldum. Pencerem hafif aralıktı, geldiğimde de öylemiydi bilmiyordum. ''Lu-Han!'' Dedim sessizce.
Sonra kendime kızarak tekrar yattım. Kafayı yemiş gibi davranmayı bırakmalıydım. Belli ki rüyaydı işte.

KONTROL Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin