Louise ile olan görüşmemiz bittiğinde Anthony bana şirketi gezdirdi. Benim odam, aynı katta karşı koridordaydı. Kapımın önünde bir sekreter masası duruyordu ve sekreterim olacağını öğrendiğim Mia, bizi koridorun başında karşıladı. Kızıl saçlı, yanaklarında hafif çilleri olan, kısık gözlü, çok tatlı bir kızdı. Uzun boy ve narin yapısıyla o da mankenleri andırıyordu ama en önemlisi ışıl ışıl parlayan ela gözleri çalışma aşkıyla dolu gibi bakıyordu bana. Mia ile çok güzel işler başaracağımızı şimdiden hissedebiliyordum.
Odam ise; boydan boya cam olan duvarlarıyla, büyük kitaplığı, çalışma masasının önündeki çok kenarlı geometrik sehpası ve çevresinde mürdüm rengi koltuklarıyla girdiğim anda büyülemişti beni. Odaya baktıkça içime dolan sımsıcak duygularla, buradan çıkmak istemediğimi düşündüm. Hemen, aynı anda çalışmaya başlayabilirdim aslında.
Üst katımızda teras vardı. Masa, sandalye, koltuk ve sehpalardan oluşan oturma grupları, kafeteryası ve dağınık şekillerde her yere konulmuş saksılardaki minik ağaçlar, kocaman yeşil yapraklı çiçekleriyle inanılmaz huzur veren bir yerdi. Ve bir alt katımızda da toplantı salonu vardı. Anthony, mutlaka katılmam gerektiğini vurgulayarak her cuma sabahı şirket toplantısı olduğunu söyledi.
Tekrar asansöre yöneldiğimizde, "Sanırım bu günlük bu kadarı yeterli," dedi. "Saatlerce süren yolculuktan dolayı yorgun olmalısın zaten."
Hem de nasıl yorgundum! Anthony'e gülümseyip, "Teşekkür ederim," dedim. "Her şey için."
Aşağı inerken, "Seni evine bırakırken yolu tarif ederim. Senin araban garajında, yarın işe onunla gelebilirsin," dedikten sonra, "Kullanmayı biliyorsun, değil mi?" diye sordu.
Gülümseyerek onayladım. Ehliyetimi aldığım günden beri araba kullanmak bir tutkuydu benim için. Hele ki sinirli olduğum zamanlarda tutkudan bile fazlasıydı. Sinirimi atmamın tek yöntemi, arabaya binip gaza basmaktı. Hıncımı pedallardan çıkarır gibi gaza yüklendikçe, sinirim de azalıyordu.
Araba sevdası, başka hiçbir şeye benzemiyordu. En yakın arkadaşım Derin'le, sırf bütün akşam araba kullanalım diye sık sık kendi aramızda yarışlar düzenlerdik. O günler gözümün önüne gelince buruk bir acıyla, rahatlıkla öne geçebilecek olmama rağmen onu yenmeye kıyamadığım için yarışı verdiğimi hatırladım.
Derin'i düşününce içime yine bir sıkıntı oturdu. Boğazımda düğümlenen yumruğu görmezlikten gelmeye çalışarak etrafıma bakındım. Lobiden çıkarken stantlardaki kızlar gözüme çarpınca, bir kez daha manken gibi göründüklerini düşündüm. Aslında gördüğüm kadarıyla şirketteki hemen hemen herkes öyleydi. Bir de dönüp kendime baktım, uçaktan indiğim gibi şirkete gelmiştik. Üzerimde yakalı, siyah bir tişört, en rahat kot pantolonum ve siyah spor ayakkabılarım vardı. Saçlarım muhtemelen uçakta uyurken kabarıp tülermişti. Bu halimle beni uzun boylu ya da narin yapılı olmak bile kurtarmıyordu. Bu şirkete aitmişim gibi gözükmediğimden hiç şüphem yoktu.
Anthony söylediği gibi yolu tarif ederek, yavaş yavaş kullanıyordu arabayı. "Zorluk yaşamaman için özellikle şirkete yakın yerden tuttuk evini," dedi. Ben de çevreme bakınarak nerelerden döndüğümüzü aklımda tutmaya çalışıyordum. Gerçekten de şirketle ev arasındaki yol karışık değildi.
Bahçeli, tek katlı, beyaz bir evin önünde durduk. Hemen yanında kapalı bir de garajı vardı. Küçük bir evdi ama masal gibi bir görüntüsü vardı. Sanki birazdan bir masal kahramanı kapıyı açacak ve bizi karşılamaya çıkacakmış gibi bir izlenim uyandırmıştı bende.
Evin görüntüsüne öylece dalıp gittiğim için Anthony' nin arabadan indiğini fark edememiştim. Arabanın camına tıkladığında birden sıçradım. Bavulları indirip bahçe kapısının önüne dizmişti bile. Arabadan inerken utançtan kızardığımı hissedebiliyordum. Bahçe kapısını açıp bavulları çekerek kenarları çiçeklerle dolu patikadan yürüdük.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON YOKUŞ
General FictionOrtak kahkahalarımız vardı oysa bizim; aynı anda, ritimli...