Beklediğim gibi gazeteciler, Rivera'nın ev sahipliği yaptığı partide, neden ünlü yarış pilotlarının bulunmadığını yazmışlardı haberlerinde. Uyanır uyanmaz, şiş gözlerimle haberi okurken içimden, "Parti havasında değilmiş pislik," diye cevaplandırmaktan alamadım kendimi. Ancak genel olarak partinin başarısından ve iyi düşünülmüş bir girişim olduğundan bahsediliyordu. Birkaç gazetede kendi adımı da görünce şaşırdım. Bay Campbell'in de yaptığı söyleşisinde, "Biz düşünmüş olmak isterdik," diye söylediği yazıyordu ki ben bu kadarını kesinlikle beklemiyordum.
Geri dönüşümler beklediğimden iyi olmasına rağmen şu anda fısıltı şeklinde olan dedikodular büyümeden, bir şekilde Josh'ı göz önüne çıkarmamız gerekiyordu. Louise işteki ilk günümde, beni en çok zorlayanın Josh olacağını söylemişti, haklıydı da. Ancak bu kez ben de onu zorlamakta kararlıydım. Bu hafta kesinlikle onu sıkıştırmayı kafama koyup Mia'dan reklam filmimizde oynatmak üzere bize ünlü birisini bulmasını istedim.
Ve daha isteğimin ikinci gününde, ünlü bir mankenle anlaşma sağlandığını bildirerek mankenin fotoğraflarını odama getirdi Mia.
"Gerçekten mi? Bu kadar hızlı mı?" diye sordum memnuniyetle.
"Hızlı olmamı istediğini tahmin ettim," diyerek dosyayı masama bıraktı.
"Şirketin en mükemmel sekreterini bana vermişler," diyerek dosyayı açıp incelemeye başladım.
Sütun gibi bacakları, kalemle çizilmiş gibi güzel vücut hatları, beline kadar uzanan küllü sarı saçları ve koyu kahve gözlerini ön plana çıkaran muhteşem bir makyaj yapılmış olan mankeni, baktığım her fotoğrafından sonra daha fazla beğenerek, "Adı neydi bu mankenin?" diye sordum.
Mia sanki onaylayacağımı beklemiyormuş gibi bir ifadeyle yüzüme baktı. "Alexis," dedi. "Soyisim kullanmıyor."
Neden onaylamayacağımı düşünüyordu, anlamıyordum. Tam da kafamdaki reklam filmine uyumlu, taş gibi bir mankendi. "Oldu bu iş!" diye dosyayı kapattım. "Şimdi bir kahve molasını hak ettik işte," diyerek Mia'yı kolundan tutup terasa çıkarttım.
Hedefime adım adım ilerlediğim için keyfim epey yerindeydi ama gülerek girdiğim terasta Josh'ı, Anthony ile bir masada otururken görünce, bir anda gülümsemem yüzümde buz tuttu.
Siyah pantolon, siyah tişört ve ayakkabılarıyla karalara bürünmüş, elinde tuttuğu güneş gözlüklerini sallayarak, ciddiyetini hiç bozmadan karşısında oturan Anthony'e bir şeyler anlatıyordu.
Anthony, Josh'a samimi bir şekilde gülümseyip kahkahalar atarken, sırtıma saplanıp kalmış olan bıçağı iliklerime kadar hissetmemi engelleyemedim. Arkadaş mıydı ikisi?
Yanlış hatırlıyor olabilir miyim diye, Anthony'nin Josh hakkında söylediklerini düşünerek hafızamı zorladım ama onu, "Şımarık, egoist, kendini beğenmiş," diye tanımladığından emindim. Karşımdaki manzarada ise son derece samimi iki dostlarmış gibi görünüyorlardı.
Büyük bir şaşkınlık yaşamış olsam da Anthony'nin bana karşı tavırlarını bile henüz anlamlandıramamışken bunun da üstünde pek fazla durmamaya karar verip onları görmezlikten geldim ve kafeteryaya yönlenip kahvelerimizin siparişini verdim.
Hazır olan bardaklara uzandığım sırada hemen arkamdan kulağıma fısıldayan sesi duyduğumda korkudan elimdekileri neredeyse düşürüyordum.
"Şimdi de beni takip etmediğini söylersin eminim," diyen Josh'a, kahveyi suratına fırlatacak kadar delice düşünceler besleyerek döndüm ama çikolata kahvesi gözleri o kadar yakınımda duruyordu ki bir kez daha beynimdeki her şeyin sıfırlandığını hissettim. Onu ilk gördüğümde de olduğu gibi hiçbir şey söyleyemeden, öylece kalmıştım yine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON YOKUŞ
General FictionOrtak kahkahalarımız vardı oysa bizim; aynı anda, ritimli...