Küçükken, yataktan çıkamayacağım kadar hasta olduğumda gözümü tavana dikerdim ve koca bir gün boyunca neler kaçırdığımı düşünürdüm.Okuldaki derslerden kaçırdıklarım, yazılı notlarından kaçırdıklarım, tenefüsteki muhabbetlerden kaçırdıklarım ve en çok da sokaktaki oyunlardan kaçırdıklarım.Onları düşününce gözümü dikmiş olduğum tavandan ayırıp başımı yastıklara gömerdim...
Zaten düşmek üzere olan vücut direncim yat gezimizden sonra yerle bir oldu ve ertesi sabah uyandığımda yataktan kalkamadığımı fark ettim.Güçlükle nefes alıp, tir tir titrerken Louise'i arayıp durumumu anlattım ve o da iyileşene kadar dinlenmemi söyledi.Bu durumda, kim bilir kaç günümü sadece Josh'ı düşünerek, yatağımda geçireceğimi kaba taslak hesap etmeye çalışırken başımı yastıklara gömdüm.
Deliksiz olmasa da sürekli bir uyku hali içerisindeydim.Eklemlerimdeki ağrılar her hareketimde kendilerini bana hatırlatmak ister gibi sızlıyorlardı.Sonunda ısrarla çalan kapının sesine uyandığımda kendimi açabilmem için yatakta epey uzun bir süre bekledim.Eklemlerimdeki ağrılar her hareketimde kendilerini bana hatırlatmak ister gibi sızlıyorlardı.Kalkabilecek kadar enerjimi toplayabildiğimde yavaşça doğruldum.Donmak üzereymişim gibi devamlı titriyordum.Kapı hiç durmadan çalmaya devam ediyor olsa da hızlı hareket edebilecek gücü kendimde bulamıyordum.Üzerime ince battaniyelerimden birini alıp iyice sarınarak kapıya doğru yöneldim.Attığım her adımda bacaklarıma bıçak saplanıyormuş hissini yaşıyordum.
Gelenler, benim nasıl olduğumu görmek için akşamı bekleyemeyip, öğle molalarında şirketten kaçan Emma ve Josef'ti.Emma beni gördüğü gibi, "bu halin ne böyle Mayıs? İnsan nasıl başarabilir kendini bu kadar hasta etmeyi?" diye sorduğunda, gözümün önüne Josh'ın beni havuza atışı gelmiş olsa da sesimi çıkarmadım.Zaten sesim de, istesem de çıkmayacak gibi duruyordu.
Koltuklara geçtiğimizde Josef, "hiç iyi gözükmüyorsun," derken elini alnıma götürdü. "Ateşin var senin, o yüzden bu kadar titriyorsun."
Kalkıp battaniyeyi üzerimden çekti ve dolaptan aldığı soğuk su torbasıyla geri döndü.Emma da bana aceleyle hazırladığı çorbayı zorla içirdikten sonra işe dönmeden önce hızlıca iyileşebilmem için yapmam gerekenleri bir bir sıraladı.
Arkalarından, soğuk su torbasını başıma koydum ve yüzümde beliren gülümsemeyle koltuğa uzandım.Şimdi kendimi çok daha iyi hissediyordum.Resmen küçük bir çocuğun bakımını üstlenmiş gibi ilgilenmişlerdi benimle.
İş çıkışı Mia geldiğinde, tüm günümü uyuyarak geçirmiş olduğum için enerjim yerindeydi.Oturup, kahvelerimizi içerek zar zor çıkan sesimle muhabbet edebilmiştim onunla.İşte olup bitenleri bir bir anlattı Mia da bana.Ama akşam epey geç bir saatte, Anthony geldiğinde durumum hiç de iyi değildi.Anthony de bunu fark edince, tüm itirazlarıma rağmen kolumdan tuttuğu gibi hastaneye götürdü beni.Kapıyı açıp karşımda onu gördüğümde bile şaşırmıştım.Beni ziyarete gelmesini hiç beklemiyordum.Üzerine bir de hastanelere kadar taşıyıp benimle böyle ilgilenmesi neredeyse şoka uğratıyordu beni.
Acilde özel bir odaya alınıp, koluma serum takıldığında da beni yalnız bırakmadı Anthony.Serum bitene kadar başımda oturup, devamlı anlatacak bir şeyler üretiyor, beni güldürmeyi bile başarıyordu.İstediği zaman çok sempatik olabiliyordu aslında.Bir süre sonra o konuştukça masal gibi gelmeye başlayan sesi göz kapaklarımın ağırlaşmasına sebep olmaya başlamışken anlattığı konuları takip etmekte zorlandığımı fark ettim.Uykuya dalmadan önce, keşke değişmeden hep böyle kalabilse diye düşünüyordum...
Takip eden günlerde, yemiş olduğum serumlardan dolayı ateşim çok fazla yükselmemiş olsa da halsizliğimle baş etmek zorunda kaldım.Başımı kaldıracak kadar enerjiye bile zor sahip olduğum için çoğunlukla yatağımdan çıkmadan kitap okuyarak vakit geçirdim ama yatmak, bu derece hareketsiz kalmak kesinlikle benlik bir iş değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON YOKUŞ
General FictionOrtak kahkahalarımız vardı oysa bizim; aynı anda, ritimli...