Amfiden çıktığım gibi koşmaya başladım.Kendimi odama attığımda tüm vücudum titriyordu.İçimi büyük bir sıkıntı kaplamıştı bile.Kendime sürekli, bu savaşı başlatanın Josh olduğunu hatırlatsam da vicdanım hiç rahat değildi.Sıcağı sıcağına onunla karşı karşıya gelecek cesaretimse hiç yoktu.Ani bir kararla çantamı aldım ve kimseyle karşılaşmamayı başararak otoparka indim.Arabama binip evime doğru giderken hala aynı şekilde titrediğimi hissedebiliyordum.
Eve girdiğim gibi kendimi koltuğa attım.Bir an önce uyuyup sakinleşebilmek istiyordum.Yaşadığım bu stresi, gerilimi, en çok da vicdan azabını ancak uykunun kollarında unutabilirdim.Üzerimdeki bordo elbisemi değiştirmek bir yana topuklu ayakkabılarımı bile çıkartmadan uzandığım koltukta uykunun bir an önce beni içine çekmesini beklemeye başladım.
Kapı çaldığında neredeyse dalmak üzereydim.Bu saatte bana kim gelebilirdi ki? Duymamazlığa gelip açmamaya karar verdim ama kapıda ki kişi her kimse, gitgide daha ısrarlı çalıyordu ve pes edecek gibi de durmuyordu.
Sonunda sersem bir şekilde kalktım.O kadar halsiz düşmüştüm ki adımlarımı bile zorlanarak atabiliyordum.Ama kapıyı açınca halsizliğim yerini adrenaline bıraktı.Josh'ı kapımda bulmak beklediğim son şeydi.Telaş yaptığım için mi bilmiyordum ama öfkeden kararmış gözlerine bakarken kalp atışlarım hızlanmıştı.
Eve kadar beni mi takip etmişti? Çok sinirli olduğunu tahmin edebiliyordum.Sinirlenmekte haklı da olabilirdi ama benim de ona sinirlenmek için yeteri kadar haklı sebebim vardı.
Tam ağzını açtığı sırada, konuşmasına izin vermeyerek, "imza günümde değilim," dedim ve kapıyı yüzüne çarpmaya yeltendim.
Kapanmak üzere olan kapıyı son anda yakaladı. "Repliklerimi mi çalıyorsun?" diye sordu, sesi insanın üşümesine sebep olacak kadar soğuktu.
"Çalmak demeyelim biz ona. intikam seviyorum diyelim, mümkünse çok soğutmadan, ılık."
Sözlerimi bitirmemle Josh'ın gözlerinin bir ton daha kararması bir oldu.Kolumdan tutup beni çekmeye başladığında, "ne yapıyorsun?" diye bağırdım kolumu kurtarmaya çalışarak.O kadar güçlüydü ki direnemiyordum bile.Şimdiye kadar yüzünün güzelliğine odaklanmaktan kaslarını fark edememiştim.
Hiçbir şey söylemeden beni kendi arabasına bindirip, o şoför koltuğuna geçene kadar kaçmamam için kapıyı kilitledi.Ben şaşkınlıkla ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken gaza basıp öyle hızlı bir kalkış yaptı ki motor yüksek sesle bağırdığında ben de başımı sert bir şekilde koltuğa çarptım.
Bu kez bağırarak, "ne yapıyorsun?" diye sordum.Hızını daha da arttırırken sessizliğini korumaya devam etti.Sanki ben hiç orada değilmişim gibi davranıp göz ucuyla dahi benden tarafa bakmıyordu.Yüzünde korkunç, gergin bir ifade vardı.
Bu kadar hızlı giderken etrafta sadece hareket eden ışıklar varmış gibi gözüküyordu.Hızı ne kadar seviyor olsam da daha önce bu derece hızlı bir arabanın içinde bulunmamış olduğumdan adım kadar emindim.Yine de boyun eğecek değildim.
Onu daha fazla kızdıracağımın farkındaydım ama çenemi tutmaya da niyetim yoktu. "Beni bu şekilde korkutmaya mı çalışıyorsun? Bilgin olsun diye söylüyorum, hızı seviyorum.Amacın beni korkutmaksa eğer, fazla çırpınma derim ben.Bu sadece kendini fazla yormanı istemediğim için bir öneri.Yok hayır, bana şehir turu attırma niyetindeysen de eğer bir müzik açsak hani,hiç fena olmaz," dedim ve der demez de pişman oldum.Direksiyonu aniden kırıp yoldan çıktı.Şimdi toprak bir yolda ağaçlık alana doğru ilerliyorduk.Gözleri bir ton daha kararmıştı, o tatlı çikolata kahvesinden eser yoktu artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON YOKUŞ
General FictionOrtak kahkahalarımız vardı oysa bizim; aynı anda, ritimli...