Gençti. Benden en fazla birkaç yaş büyük olabilirdi. Ben daha lisede okurken o ünlü bir pilot olmuşken, şimdi nasıl benim yaşlarımda olabiliyordu? Karşımda orta yaşlarına gelmiş birini bulacağımdan o kadar emindim ki afallayıp kalmıştım.
Çikolata kahvesi gözleri, aynı tonda, özenle yapılmış gibi güzel ama aynı zamanda da doğal bir dağınıklığı olan saçları, uzun kirpikleri, kalemle çizilmiş kadar güzel duran burnu ve belirgin elmacık kemikleriyle o kadar yakışıklıydı ki kendimi, "Bu adam da kendini beğenmiş olmayacaksa kim olacaktı ki?" diye sorgularken yakaladım.
Şaşkındım, hem de öyle şaşkındım ki ağzımı kapatmak isterken gözlerimi kapatmıştım ve hala tek bir söz bile söylememiş olduğumu fark ettim. Beynim vücuduma yanlış emirler verip duruyordu.
Elim hala kapının kolunda, kendimi toparlamaya çalışırken Josh bana öfkeli gözlerle bakmaya devam edip "İmza günümde değilim," dedi.
Ah, evet. Tam da düşündüğüm gibi egoistin tekiydi. Tüm olumlu düşüncelerimi bir kenara ittim, bir adım içeri girerek, "Belli oluyor," dedim. "Ben de hayranın değilim zaten."
Yüzünde alaycı bir ifade belirdi. "Ah öyle mi, seninki hiç belli olmuyor ama."
Tanrım, ne tür bir baş belasıyla karşı karşıyaydım ben böyle? Derin bir nefes alıp kendi kendime sabır dileyerek, "Rivera'da çalışıyorum," diye açıklamaya başladım. "Şu an aşağıda bir parti var ve senin de mutlaka dahil olman gereken bir parti bu. Rakiplerimiz de davetliler arasında, adamların yarış pilotları bir an olsun yanlarından ayrılmıyorlar. Bu durumda tüm gözler haliyle seni arıyor."
"Evet genellikle öyle olur zaten."
"Anlayamadım."
"Tüm gözlerin beni araması için bir partiye ya da diğer pilotlara ihtiyaç yok."
"Yani bu ne anlama geliyor? Partiye gelecek misin, gelmeyecek misin?" diye sordum.
Ona çok fazla öfkeli olsam da tüm öfkemi içime akıtmış, sakin kalmak için zorlanıyor olmama rağmen mümkün olduğunca düzgün bir şekilde bu kadar dil dökmüştüm. Karşılığında ise bana sadece, "Buralı değilsin sen herhalde?" diye sordu.
Gözlerimi devirip sıkkınlıkla, "Aksanımdan mı anlaşılıyor?" dedim.
"Hayır, hala boynuma atlamamış olmandan."
"Hayranın olmadığımı söylemiştim."
"Ben de hiç öyle durmadığını söylemiştim."
"Bir, iki, üç sakin ol. Dört, beş, altı sakin kal," diye saymaya başladım. "Yedi, sekiz, dokuz..."
"Ne yapıyorsun?"
"Çıldırmamaya çalışıyorum."
"Karşında ben duruyorken işin biraz zor."
O kadar sinirli olmama rağmen kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Josh, insanın düzenini alt üst eden biriydi. Sinirden ellerim titriyordu ama gülmeme de engel olamıyordum.
Sonunda kendimi toplayıp salaş saç örgümü geri iterek, "Bak, bu parti gerçekten önemli," dedim. "Herkes çok uğraştı, çok emekler verildi. Hazırlıklar için vaktimizin çok dar olmasına rağmen her şeyin en iyisini yapmaya çalıştık ve başardık da."
"O halde bir sorun yok, eğlenmenize bakın."
"Hayır, var!" dedim. Gerildiğim için ses tonum da yükseliyordu artık. Tanıtımımızı en iyi şekilde yapabilmemiz için sana ihtiyacımız var." Zaten yüksek olan bir egoyu daha da yükseltiyor olmaktan nefret ediyor olsam da gerçeği söylemek zorundaydım. "Sen olmayınca bunca emek, bir anlam ifade etmiyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON YOKUŞ
General FictionOrtak kahkahalarımız vardı oysa bizim; aynı anda, ritimli...