Bölüm 22

592 97 76
                                    


 Çok istemiş olamama rağmen hiçbir zaman bir kardeşe sahip olamadım. Tek çocuk olmak kendi kendime oyunlar geliştirmemi gerektiriyordu. Vaktimi kimselere yoğunlaşarak geçiremediğim zamanlarda kendimi oyalayabilmek için yeni fikir akımları üretmek şart oluyordu. Ürettiğim oyunlarımdan biri, kendime günlük kurallar koyma oyunuydu. Oturup kendimce radikal kararlar alır sonra da onları uygulamaya koyardım. O gün spor yapmam, televizyonu hiç açmamam, okuduğum romanı bitirmemle ilgili fiziksel kurallar koymamın yanı sıra küs olduğum arkadaşımı gün boyunca aklıma getirmeyeceğime dair zihinsel kurallar da koyabiliyordum kendime. Kurallar önemliydi...

Josef'in itirafından sonra Emma'yla aralarındaki, benim çok daha öncesinden sezmiş olduğum kıvılcım hızla büyümeye başladı. Onların adına çok seviniyor, bu yaşadıklarının mucize gibi bir şey olduğunu düşünüyordum. Ama aynı zamanda da kendimi kardeşsiz geçirdiğim çocukluğumdaki kadar yalnız hissetmeye başlamıştım. İkisinde de bana karşı en ufak bir değişiklik olmasa da ben onları baş başa gördüğüm zaman yapacak işlerim olduğunu uydurup yanlarından ayrılmak için bahaneler yaratıyordum. Yaşadıkları şeyin ismini ne kadar çabuk koyarlarsa ben onlar adına o kadar mutlu olacaktım ama bunun ben yanlarındayken olmayacağı kesindi.

İkinci yarışa artık ramak kaldığı için Josh sürekli antremanlarda oluyor ve Will de onu hiç yalnız bırakmıyordu. Anthony ile ise şirkette birbirimizi görmezlikten gelmeyi alışkanlık haline getirdiğimiz için yalnızlığımı paylaşabileceğim bir tek Mia kalıyordu bana, en azından ben öyle düşünüyordum. Ama Anthony de son zamanlarda beni şaşırtarak, Amanda'nın yanındayken bile selam verip sohbet konusu açmaya başlamıştı. Biz konuşurken Amanda'nın üstümüze diktiği keskin bakışları beni bile bu kadar rahatsız ederken Anthony nasıl görmezlikten gelebiliyordu, hayret ediyordum.

Anthony ile birbirimize verdiğimiz her selamı saydığından adım gibi emindim ve her selamlaşmamızda bana kafayı bir tık daha fazla takacağını da biliyordum ama bunu sorun etmiyordum. Asıl dert ettiğim, benim yüzümden ilişkilerinin riske girebilecek olmasıydı ve Amanda umrumda olmasa da Anthony'nin benim yüzümden başının ağrımasını istemiyordum. Her konuşmamızdan sonra Amanda'nın Anthony'e çektiği bitip tükenmek bilmeyen nutuklarını gözümde canlandırabiliyordum.

Mia'nın da canını sıkan bir şeyler var gibiydi bu sıralar. Konuşmak yerine içine kapanmayı tercih ediyordu ve ben de çok fazla üstüne gitmek istemiyordum. Anlatmak istediği zaman benim dinlemeye hazır olduğumu biliyordu zaten.

Vaktimi kimselere yoğunlaşarak geçiremediğim bu zamanlarda aklımın Josh'a gitmesini engellemek neredeyse imkansız bir hal alıyordu. Gözlerini aklıma getirmemeye çalışsam da aniden kulaklarımda çınlayan sesini duymayı engelleyemiyordum. "Seninle ne yapacağım ben?" diye sorarken ki aynı kadife sesi, "Biz San Francisco'yu çok izledik, biraz da o bizi izlesin," diye fısıldaması ve hatta ona hayran olduğumu söyleyen inatçı sesi bile hiç aklımda yokken ansızın kulaklarıma doluyordu. Artık onu özledikçe canımın acıdığını hissedebiliyordum.

Tüm gece boyunca rüyamda Josh'ı gördükten sonra uyandığım cumartesi sabahında da kendime gelmek için epey çaba sarf ettim. Ve kahvemi içerken kendime Josh'ı düşünmemek hatta gerekirse ona da mesafeli davranmak konusunda katı kurallar koydum. Bu kez çok kararlıydım çünkü aşkın sebep olabileceği yıkımları biliyordum ve bu şekilde aşksız hayatımdan gayet memnundum. Durduk yere bir arbedeye hiç gerek yoktu.

Kararlıydım kararlı olmasına ama sabah aldığım radikal kararlarım akşam çalan kapımı açtığımda, karşımda Josh'ı görmemle son buldu. Ne yaparsam yapayım, neye karar vermiş olursam olayım onu gördüğümde heyecanlanmadan yapamıyordum. Özellikle de böyle hiç beklemediğim zamanlarda karşımda bulduğumda tüm dengem alt üst oluyordu.

SON YOKUŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin