Göl evinde geçirdiğimiz her an rüya gibiydi, asla uyanmak istemeyeceğim bir rüyanın içindeydim sanki. Ancak beş günlük tatilimin ardından, ilk iş günüme geç kalmamak için henüz gün ağarmadan kalkıp bu muhteşem doğayı arkamızda bırakmamız gerekti.
Evimin önünde durduğumuzda Josh'a döndüm. "Harika bir hafta sonuydu," dedim. Sesim istem dışı olarak hüzünlü çıkmıştı.
"Benim için de öyleydi."
"İşte görüşebilecek miyiz?"
Elimi avuçlarının içine alıp dudaklarına götürdü. "Halletmem gereken işler bir miktar birikti. Bir süre şirkete gelmeyebilirim. Seni akşam ararım."
İç çektim. Uzanıp dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum ve, "Görüşürüz," dedim sessizce.
İndiğimde, "Dikkatli ol," diye seslendi.
"Sen de..."
Eve girdiğimde üzerimdeki ağırlıktan mümkün olduğunca kurtulmaya çalışarak Tekila'ya tüm gün yetecek kadar yiyecek ve su kapları hazırladım. Hızlıca giyinip evden çıkmaya yeltendiğim sırada onu yalnız bırakacağımı anlamış gibi boynunu bükerek bakıyordu bana. Eğilip ona sarıldım. "Seni bırakmak zorunda olduğum için üzgünüm ama buna mecburum," dedim. Sarı tüylerini okşayıp tekrar yere indirdiğimde hala boynu büküktü. Biraz daha bu şekilde oyalanmaya devam edersem ben de onu bırakamayacaktım. Bu yüzden bir kez daha arkamı dönmeden çıkıp onu güvene aldığıma emin olmak için bahçe kapısını dikkatle kilitledim.
Tam da Louise'in istediği gibi büyük bir motivasyonla dönüyordum işe. Gözüm hiç durmadan parmağımdaki yüzüğe kayıyor ve her seferinde içim mutlulukla doluyordu.
Emma, Mia, Josef, Antony ve Will ile ilk boş vaktimizde terasta buluşmak üzere sözleştik. Şirketin kokusunu bile özlediğimi fark ettim, hele odam; sıcak bir yuva gibi görünüyordu gözüme. Emma'dan beni kafeteryada beklediklerine dair mesaj geldiğinde tüm uğraşımı bırakıp yukarı koşturdum.
Büyük bir coşkuyla karşıladılar beni. Bir ağızdan konuştukları için sadece gülümsüyordum onlara. Ta ki; Emma elimi kendisine doğru dönük bir şekilde kaldırıp, "İnanmıyorum!" diye bir feryat koparana kadar. Sadece bizim gurup değil tüm teras bir anda sessizleşti. Tüm gözleri üzerimizde hissedebiliyordum.
Bir anda gerilip, "Hayır, sakın. Şu anda hazır değilim," diye fısıldadım Emma'ya. Daha ilk günden gündemi üzerime çekmek istemiyordum. Özellikle konu Josh Carter iken kimsenin böyle bir habere duyarsız kalmayacağını biliyordum. Ancak ne yazık ki artık her şey için çok geçti. Elim hala Emma'nın elinde yukarı kaldırılmış şekilde duruyordu ve geçen her saniye insanların merakları daha da artıyordu.
Emma bir müddet ne demek istediğimi anlamak için gözlerimin içine baktıktan sonra anlamış olduğunu belirten bir ifadeyle göz kırptı bana. Ve hemen ardından, "Buna inanmamı bekleme Mayıs," dedi aynı şaşkın ses tonuyla. "Oje sürmemişsin!"
Gülmeme engel olamadım. Anthony, Josef ve Will şaşkın şaşkın bakarken Mia, benimle birlikte kıkırdadı. Terastakilerin muhabbetlerine devam etmeye başlamadan önce gözlerini devirdiklerine emindim ama yine de mükemmel çevirmişti Emma konuyu.
Oturup erkeklere sessizce açıklama yaptığımızda hepsi tek tek beni tebrik etmeye başladılar. Josef'in ifadesiz bir şekilde bir şey söylemeden durduğunu fark ettiğimde, "Bir sorun var Josef?" diye sordum.
"Yok, ben kendimi düşünüyorum."
"Kendini mi?"
"Evet. Emma'yla baş etmeyi, ömrümün kaçıncı evresinde öğrenebilirim diye küçük bir hesap yapıyordum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON YOKUŞ
General FictionOrtak kahkahalarımız vardı oysa bizim; aynı anda, ritimli...