İyi ki doğdun nazcay. Bölümü bugün paylaşma niyetinde değildim ama sana küçük bir doğum günü hediyesi olsun istedim. Bölüm senin için gelsin, doğum günün kutlu olsun.❤❤❤
2017. Haziran
İstanbulBazı anlar, hayatımızın dönüm noktaları olur. Bir şey olur; herhangi bir şey, bazen sıradan, bazense değil. Yine de sen o an anlarsın ki; artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Hala burnumun ucu sızlıyor. Her saatini, her dakikasını, her anını daha dün gibi hatırlayabiliyorum San Francisco günlerimin. Ve hatırladıkça aynı heyecanı, aynı umutları, aynı sevinçleri, aynı hayal kırıklıklarını, aynı acıyı hissedebiliyorum hala. Son iki haftamın, her gününü oradaki günlerimi tekrar tekrar yaşayarak geçirdim.
Tam iki hafta geçti. Hayatımın dönüm noktası olduğunu hissettiğim anı yaşamamın üzerinden geçen iki hafta. Organizasyonunu benim hazırlamış olduğum, minik kızımın ilk yıl sonu gösterisinde sahnede konuşma yaparken bir an Josh'ı gördüğümü sanmamın, tutunduğum o hayalin peşine takılıp delice koşturduğum sırada o korkunç kazaya şahit olmamın üzerinden tam iki hafta geçti.
İki haftadır, sadece tek bir an gördüğüm çikolata kahvesini tekrar görebilmenin hayaliyle hastaneden bir an bile olsun ayrılmamıştım. Kaza olduğunda ben, ona doğru koşarken Josh, bana bakıyordu. Onun da beni gördüğüne emindim ama yaklaştığım sırada gözlerini kapattı, bilinci gitmişti ve ben o gözlere yaklaşamadan bir kez daha kaybetmişim gibi hissediyordum. Şimdi ise komadaydı ve gözünü iki haftadır bir kez olsun açmamıştı.
Ben, günlerimi hastanede geçirdiğim için Anthony, Jasmin'i her gün çalıştığı şirkete götürmek zorunda kalıyordu. İş çıkışlarında, hemen hemen her gün yanıma uğrasalar da ben, Jasmin'in hastane ortamında uzun süre bulunmasını istemediğim için beni kısa süreliğine görüp tekrar gitmek zorunda kalıyorlardı.
Her günümü, Josh'ın başında oturup o nefes kesen güzelliğinden hiç kaybetmemiş yüzüne bakarak, çikolata kahvesi gözlerini açması için dualar ederek geçiriyordum. Josh'ı dört yıl önce son görüşümün de yine böyle bir hastane odasında olması o kadar ironikti ki sanki bunca yıl hiç geçmemiş, yine orada, o eski bizmişiz gibi hissettiriyordu bana.
Oysa koskoca dört yıl geçmiş ama acım bir gün olsun dinmemişti. Ara ara yerini öfkeye bıraktığı olsa da günün sonunda her gece, yine onu düşünerek, yine onu severek kapatıyordum gözlerimi. Ve güneş doğduğunda, yine kanayan yaramla uyanıyordum her sabaha.
Şimdi, böyle uyurken o kadar masum, öyle meleksi bir görüntüsü vardı ki bu adamın bana onca acılar çektiren adam olduğuna inanmakta güçlük çekiyordum. Bıraksalar, bir kez daha kanacak ona, bin kez daha yakacaktım kendimi sanki. İnsan, nefretle aşkı nasıl aynı kalpte taşıyabilir? Birinden bu kadar nefret ederken aynı zamanda da nasıl böyle sevebilir? Şimdi gözlerini açması için ağlayarak yakara yakara dualar ediyor olsam da gözlerini açtığında arkamı dönmeden çekip gideceğimden en ufak bir şüphem yoktu. Ne kadar seviyorsam, o kadar nefret ediyordum çünkü ondan. Durumum biraz karışıktı aslında, seve seve nefret ediyor, nefret ede ede seviyordum.
Telefonum çalmaya başladığında düşüncelerim yarıda bölündü. Anthony arıyordu. Odadan çıkarken telefonu merakla açtım. Henüz yarım saat önce konuşmuştuk oysa, ne olmuş olabilirdi ki acaba?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON YOKUŞ
General FictionOrtak kahkahalarımız vardı oysa bizim; aynı anda, ritimli...