Duydum ki, buralarda hastalığından dolayı yeni bölümleri takip edemeyen tatlı bir okur varmış. Bu bölüm ona geçmiş olsun demek için gelsin o zaman. Bir an önce iyileşebilmen dileği ile Ttirpan, seviliyorsun. ❤❤❤
Arkadaş başka, dost edinmek başka şeylerdi. Her ne kadar ben, bu ikisinin ayrımını yapmama kararı alacak kadar çok darbe almış olsam da elimde değildi. Bin darbe de alsam bin birincide şansımı tekrar deneyeceğimi biliyordum. Emma, Josef, Mia; ne olur, bin birincim olun benim. Çünkü arkasında gerçek bir dostu olduğunda insanın, savaşa giriyor da olsa topa, tüfeğe dahi gereksinim duymuyordu. Gerçek dosttan daha etkili bir cephane yoktu.
Ve gerçekten de içimi Josef, Emma ve Mia'ya döktüğüm akşamın ertesi günü işe gittiğimde kendimi olduğumdan çok daha güçlü hissediyordum. Yanımda güvendiğim ve her zaman gözümü dahi kırpmadan güvenebileceğimi hissettiğim insanlar vardı. Tabi elimizde de güzel bir zaferimiz vardı ve şimdi kendimi işlerime vermemin tam sırasıydı.
Odama girmeden önce Mia'ya, "Geçen sefer anlaşma yapmış olduğumuz dansçıları bugün arayalım," dedim.
Zaman; parti zamanıydı. Aklımda çok güzel planlar vardı ve bir an önce çalışmaya başlamak için toplantıyı bekleyecek değildim. Bir planım varsa eğer, artık ben dünyaya değil dünya bana ayak uyduruyordu. Organizasyonu bir kez aklımda kurduğumda attığım adımlar dahi otomatikman hızlanıyordu. Odama da böyle hızlı bir giriş yaptım ama Josh'ı karşımda görünce, "Ovv!" deyip kaldım.
Bilgisayar masamın karşısına geçmiş, koltuğuma rahat bir şekilde kurulmuş halde oturuyordu. Onu öyle görünce verebileceğim tek tepki, "Ovv!" olmuştu. Ve aynı anda, karşılaştığımızda heyecanlanmamak için kendimi o kadar hazırlamış olmama rağmen bir anda yine atışları hızlanmış olan kalbimi tekmelemek geldi içimden. Bu kalp, bir kez olsun beynime itaat etse ne olurdu sanki!
Ben sakinleşmeye çalışırken Josh karşımda rahatlığından hiç taviz vermeden, "Değişiksin, biliyorsun, değil mi?" diye sordu. Konuşurken bile bana hiç bakmadan kalemliğimdeki kalemleri karıştırıyordu. Renkli olan her şey beni iş hayatımda motive ediyordu. Renkli kalemlerim, rengarenk klavye tuşlarım ve masamın üzerine dizmiş olduğum kokulu mumlarım her zaman ilham veriyordu bana.
Dikkatimi karıştırdığı kalemlerimden çekmeye çalışarak, "Bunu söylemek için geldiysen hiç zahmet etmeseydin," dedim soğuk bir sesle. "Çünkü bu benim sorunum ve yalnızca beni ilgilendirir."
Hızlı bir refleksle kalktı ve bana doğru yürümeye başladı. "Mayıs, sıkıntı ne?"
"Ben ortada bir sıkıntı göremiyorum."
"Bu tavırlar ne peki?" Yanıma yaklaşmıştı ve kokusu beni etkisi altına almaya başlıyordu. Konuşmaya devam ederken her kelimesinde bir adım daha yaklaşıyordu bana. "Yarıştan önce hiçbir sorunumuz yokken yarıştan sonra tebrik etmemeler, durduk yere ortadan kaybolmalar, burada terslemeler... Daha saymamı ister misin?"
Artık birbirimize öyle yakındık ki düzgün düşünemiyordum bile. Bakışları beni yakıp kavırıyordu sanki. Ne diyecektim ona, Alexis'i kıskandım mı? Peki ne için? Kafamda hiçbir şeyi yerli yerine oturtamıyordum. Ona bir cevap vermek yerine sadece yutkunabildim ki onu bile zor başarmıştım. Çok yakındı, kalp atışlarını duyabileceğim kadar yakın.
Bu yakınlık benim kalbime çoktu, nefes bile alamıyordum. Ona, yapmam gereken işlerim olduğunu söyleyip odamdan çıkmasını istemek niyetiyle, "Josh," diye söze başladım ama sesim çıkmamış, sadece ismini fısıldayıp kalmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON YOKUŞ
General FictionOrtak kahkahalarımız vardı oysa bizim; aynı anda, ritimli...