Bölüm 32

648 69 214
                                    


Bay Campbell ile konuştuğum günün akşamı, evime gittiğimde yemek yiyemedim, boğazımdan hiçbir şey geçmiyordu. Uyuyabildiğim de pek söylenemezdi. Ara ara daldığım zamanlarda da Louise'i rüyamda görüp sıçrayarak uyandığım, zor bir gece geçirdim. Josh'a belki de her zamankinden daha çok ihtiyacım vardı ama onun nerede olduğunu bile bilmiyordum.

Sabah şirkete gittiğimde George'un sesi hala kulaklarımda çınlıyordu. Seksen model arabaların maketini yaptırmış olduğum partiden sonra onun, basına yaptığı açıklamayı hatırlıyordum. "Biz düşünmüş olmak isterdik," demişti. Ben o zaman, açılış partisinden bahsettiğini düşünmüştüm. Meğer o, arabaların maketlerini kastediyormuş.

Ardından doğum günü partisinde Louise'in, George'a verdiği hediyeyi hatırladım. Hediye olarak o arabaların küçük bir maketini yaptırmış ve George da paketi açtığı zaman göz yaşlarına zor hakim olmuştu. Düşündükçe zihnimdeki boşluklarda bir bir doluyordu. Ancak bu denli derin düşünmek aynı zamanda başımdaki ağrının katlanılmaz hale gelmesine sebep oluyordu.

Ağrıdan kurtulmak için sert bir kahveye ihtiyacım olduğunun çok sonra bilincine varıp terasa çıktım ve Josef, Emma ve Anthony'nin bir masada oturduklarını gördüm. Emma bana el sallayınca dudak hareketlerimle, "Kahvemi alıp geliyorum," diyerek kafeteryayı işaret ettim ona.

Kahvemi aldığımda sıcak bardağı taşımakta zorlanarak yanlarına gidiyordum ki aniden önüme çıkan biri duraksamama sebep oldu. Gözlerimi kahvemden kaldırınca Amanda'nın keskin bakışlarıyla göz göze geldim. Bu kez farklı bir şey daha vardı o keskin bakışlarda. Mutlulukla titrek bir parlaklık ve onun üzerine düşen sinsiliğin gölgesi vardı.

Ben, bu bakışın ne ifade ettiğini anlamaya çalışırken Amanda, neredeyse bağırıyor denecek kadar yüksek sesle konuşarak, "Mayıs Erçin!" dedi. Bir yandan da elinde tuttuğu gazeteyi sallıyordu. "Elime bundan daha güzel bir bahane veremezdin." Gazeteyi havaya atıp tekrar yakaladı. "Ben seni kovmak için fırsat kollarken sen bu fırsatı kendi ellerinle attın kucağıma." 

Bir elimle başımı ovuşturarak, "Amanda," dedim. "Ne söylemek istiyorsan lafı dolandırmadan söyle.Seninle oyun oynayacak havamda değilim."

"Ah, merak etme oyunumuzun sonuna geldik zaten. Sobe! Oyundan çıkıyorsun Mayıs."

Neyden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama yüzündeki bu sinir bozucu ifade, suratının ortasına güçlü bir yumruk atma arzusu uyandırıyordu bende. Üstelik bağırıyor gibi yüksek sesli konuşmasından dolayı terastaki herkes meraklı bakışlarla bize dönmüştü.

Gözlerimi devirerek, "Amanda-" dedim ama konuşmama izin vermedi. "KO-VUL-DUN!" diye heceleyerek bağırdı. "Elimde tuttuğum bu gazetede seni kovmak için yeterince sebep bulunduruyorum. Eşyalarını toplamaya başla. Seni bir gün daha bu şirkette görmek istemiyorum. Aslında bana sorarsan, bana bir teşekkür bile borçlusun. Sayemde ülkene dönüyorsun. Haydi, uyuşukluğa tahammülüm yok, kendine gel ve hazırlan, gidiyorsun!"

Yüreğimin ürpertisi bir anda tüm vücudumu sardı. Amanda'nın tam olarak neyden bahsetmek istediğini anlamasam da sözlerinin ciddiliğini kavramam uzun sürmedi. "Eşyalarını topla, eşyalarını topla, eşyalarını topla!" Sözleri beynimin içinde yankılanıyordu. Bir anda Türkiye'ye dönme düşüncesi içime korkuyla oturdu. Orada bir hayatım yoktu. Şimdi ne yapacaktım ben?

"HİÇBİR YERE GİTMİYOR!"

Bu kükreyen ses Josh'a aitti. Şoka girdiğim için dönüp ona bakamıyordum. Sadece Amanda'nın elindeki gazeteye odaklanmıştım. Josh'ın ne zaman geldiğini, konuşmanın ne kadarını duyduğunu bilmiyordum. Düşünebildiğim tek şey, okuyabildiğim kadarı ile gazeteye basılan Goerge ile ikimizin sarılı olduğu fotoğrafın üzerindeki başlıktı. "Rivera'nın çalışanı, Campbell ile işbirliği mi yapıyor?"

SON YOKUŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin