Sevgili Nihan Çelik, bölüm ithafı senin. O güzel gözlerinden öpüyorum. 😉😘
Yaşarken ruhun bedenden ayrılması mümkün değildi, bunu çok iyi biliyordum. Peki, biliyor olmama rağmen neden öyle hissediyordum...
Josh, kendisi dair, yarışa kadar hiçbir şeyi düşünmemi istemiyordu. Mümkünmüş gibi. Düşünmek bile değildi aslında bu; onu yanımda hissediyordum adeta. Trafikte, uçakta ve San Francisco'ya geldiğimde, her yerde yanımdaydı sanki. Hayata artık onun gözleriyle bakmaya başladığımı hissediyordum.
Döndüğüm gibi ilk iş olarak şirkete gittim. Emma, Mia, Josef ve Anthony'i bulup onlara her şeyi anlattım. Yarışa, Josh'ın yerine benim katılmama delilik gözüyle bakıyor, yine de her konuda bana yardımcı olmaktan geri kalmıyorlardı. Emma, yarış kıyafeti diktirmemiz gerektiğini söylediğinde şaşırıp kalmıştım. Kırk yıl boyunca oturup yarışı düşünecek olsam da bu benim aklıma gelecek bir fikir değildi kesinlikle.
Hepsi ayrı ayrı, çalışma yapmak için piste benimle birlikte gelebileceklerini söylemişti ama Louise şirkette olmadığı için bu konu hakkında Amanda ile görüşmeleri gerekiyordu ve ben hiçbirinin, benim yüzümden onunla muhatap olmalarını istemiyordum. Yalnız çalışabilirdim ama ona boyun eğemezdim.
Amanda'nın da bu fırsatı kollar gibi bir hali vardı. Beni kovma girişiminin başarısızlıkla sonuçlandığı olaydan sonra karşıma çıkmıyor ve beni görünce de yolunu değiştiriyordu. Belki sinirinden, belki de basına haberi verenin, onun olduğunu bildiğimden çekiniyor olmasından. Sebebini bilmiyordum ama bir şekilde bana yaklaşmaya çekinir gibiydi. Şimdi ise, yine o sinsi bakışlarını üzerime dikmiş şekilde, ne yana dönsem karşımda görüyordum onu.
Tüm itirazlarıma rağmen, Anthony çalışmaya tek başıma gitmeme razı olmamıştı. Ben şirketten çıkarken o da ceketini kapıp peşime takıldı.
Biz, lobiden çıkmak üzereyken Amanda, sert bir şekilde, "Anthony!" diye seslendi. "Benim iznim veya bilgim dahilinde olmadan, çalışma saatleri içerisinde şirketten ayrılamazsın."
Korktuğum başıma gelmişti işte. Ben, "Hay aksi," diyerek yavaşça ona doğru dönerken Anthony, gayet rahat bir şekilde kollarını iki yana açtı. Yavaşça birkaç adım atarak ona yaklaştı. "Engel olsana."
Amanda, ağzı açık, hiçbir şey söyleyemeden, öylece kalmıştı. Onun şaşkın ifadesine, içimden çılgınlar gibi gülmek gelse de damaklarımı ısırıp tuttum kendimi. Neyse ki, Anthony de onun cevap vermesini beklemeden, "Gidelim Mayıs," dedi bana dönerek. "Vakit kaybetmeye gerek görmüyorum." Bileğimden tutup çekerek çıkardı beni şirketten. Ve çıktığımız gibi göz göze gelmemizle beraber, ikimiz de kahkahalarla gülmeye başladık.
"Beynimi ne kadar zorlasam da onu o yüz ifadesiyle hayal edemezdim," dedim kahkahalarımın arasında konuşmaya zorlanarak. "Sen de bir an gözleri yuvalarından fırlayacakmış zannetmedin mi?"
Anthony gülmekten cevap bile veremedi. Piste gidene kadar da durup durup gülmeye devam ettik. Çalışmaya başladığımızda ise aklımızı tamamen yola ve yarışa verdik. Akşama kadar hiç mola vermeden çalıştık. İş çıkışı Emma ve Josef piste geldiler, gelirken de pizza almışlar bize. Fark etmemiş olsak da öyle acıkmışız ki yemeye başlamamızın ardından on dakika geçmeden elimizde sadece boş pizza kutuları kaldı.
Tekrar çalışmaya başlamadan önce, zaten bütün gün alıkoymuş olduğum için Anthony'i gönderdim. Josef ve Emma ise yanımdan ayrılmayı kesin bir dille reddettiler. Ancak bana çok da yardımcı olabildiklerini söyleyemezdim. Ben dikkatimi yola vermeye çalışıp her seferinde daha fazla hızlanmaya gayret gösterirken onlar, arkada atışıyor, yer yer bana bile sataşıyorlardı. Tabi ben de onlara gülmekten yola konsantre olamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON YOKUŞ
General FictionOrtak kahkahalarımız vardı oysa bizim; aynı anda, ritimli...