Bölüm 26

533 84 93
                                    


Bazen, gelen bir telefon değiştirebilir insanın hayatını. Bazen, bir çarpışma. Bazen ise çalan bir kapı. Nereden ve nasıl geleceği çok da önemli değil aslında. Mesele, o fırsatı kaçırmamakta...

Cuma günkü toplantımızdan önce parti için tüm hazırlıklarımı tamamlamıştım. Toplantıda, organizasyonu tüm ayrıntılarıyla anlatıp büyük bir ilgi sağladıktan sonra şirket çalışanlarına gerekli tüm duyurularımızı yaptık. Ardından basına da davetiye göndermeyi ihmal etmedik. Bu sayede biz kutlamamızı yapıp eğlenirken bir yandan da reklamımızı yapıyor olacaktık.

Yeme içme vakitlerimden bile keserek çalıştığım koca bir haftanın ardından cumartesi günümü yataktan hiç çıkmadan, geçirme niyetindeydim. İstediğim tek şey uyumaktı, sadece uyumak. Yarın akşam giyeceğim elbise seçimi bile bekleyebilirdi. Evden çıkmamakta kesinlikle kararlıydım ve bu kararlılığımı korumak için telefonumu dahi sessize aldım. Ve hiçbir şeyin aklımı çelmemesi için bir kez bile arayan soran olmuş mu diye kontrol etmedim. Tek istediğim sükunet içinde bir sessizlikti.

Öğleden sonra, kapım ısrarla çalmaya başladığında önce duymazlıktan gelmeyi denedim. Gelen her kimse, evde olmadığımı düşünüp gider herhalde diye düşünüyordum ama bir türlü gitmek bilmedi. Bir kapı tıklanıyor, bir zile basılıyordu. Sesten rahatsız olmamak için başımı yastığın altına soktum ama o da işe yaramadı. Kapıdaki her kimse eğer, inatçının tekiydi belli ki.

İstemeyerek de olsa yatağımdan çıktığımda içimden, "Yanlış adrese gelen bir kuryedir umarım," diye dua ediyordum. Bu durumda adamı tersler ve sıcak yatağıma geri dönebilirdim. Sabahlığımı alıp gözlerimi ovuşturarak terliklerimi ayağıma geçirdim. Sırf uyandırıldığım için kapıdakine azap olsun diye yavaş yavaş hareket ediyordum.

Bir yandan üzerime geçirdiğim sabahlığın kuşağını bağlamaya çalışırken kapıyı açtım. Karşımda Josh'ı bulunca, yatağım daha o saniye gözümdeki tüm cazibesini yitirdi. Son yediğim fırçadan sonra bu kez onu gülümseyerek karşılayıp içeri davet ettim.

Küs olmadığımıza o kadar sevinmiştim ki, Josh, "Bu halin ne?" diye benimle alay ederken bile yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım. Ve bir kez daha anladım ki; aşk bana yaramıyordu. Beynim tüm işlevini yitiriyordu Josh'ın karşısında.

Josh içeri geçip ikili koltuğa rahat bir şekilde oturduğunda ben başında dikilmiş, sırıtıyordum hala. Bana dönüp, "Sen hala niye gülüyorsun?" diye sorduğunda, silkelenip, "Kahve yapayım," ben diyerek sırtımı döndüm ona.

Kendime gülüyordum. Uykunun yerine hiç bir şeyi koyamayacağımı düşündüğüm zamanın üzerinden henüz beş dakika bile geçmemişti. Şimdi ise, "Uyku mu? Oldum olası sevmezdim zaten," diyecek kıvama gelmiştim.

Kahvelerimizi hazırlamak için mutfak bölümüne geçtiğimde arkam ona dönük olsa da, "Ee söyle bakalım, ne planlar var aklında?" diye sordum. "Sen öylesine ziyaret etmezsin insanı."

"Sana kimseye borçlu kalmayı sevmediğimi söylediğimi hatırlıyor musun?"

Tahmin ettiğim gibi öylesine gelmemişti elbette ki. "Evet," dedim dalgın dalgın. Bir yandan da hazırladığım kahveleri dikkatle taşıyordum. Fincanları sehpanın üzerine koyup Josh'ın karşısına oturdum. Ona baktığımda gülümsedi. Gülünce gözlerinin içi de gülüyordu. Aniden ortaya çıkan gamzeleri kalbimin hop oturup hop kalkmasına sebep oluyordu ama bir yandan da beni huzursuz eden bir şey vardı bakışlarında. Aklındaki şey her neyse benim işime gelecek bir şey olmadığı izlenimini yaratıyordu.

Bana kimseye borçlu kalmayı sevmediğini, yanlış hatırlamıyorsam beni Alcatraz'a götürmeye geldiği zaman söylemişti. Bir dakika, borç mu?

SON YOKUŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin