Kaybedecek tek bir dakikam dahi yoktu. Mia'yı arayıp anlaşmış olduğumuz mankene, reklam çekimini yarına aldığımızı bildirmesini istedikten sonra koşturarak stüdyoya geçip ekibi toparladım. Yapılacak çok fazla iş vardı ve ben zamanla yarışıyordum.
Sahne ve ışıklandırma sistemi hazırlanırken ben de 1980 ve 2013 model araba katologlarına baktım. Reklamın, 1980'den başlayıp günümüze uzanmasını istiyordum. Josh, ilk olarak 1980 model arabayı kullanırken sonunda, 2013 model araba da görünecekti. Mankeni reklamın konusuna nasıl dahil edeceklerini ise düşünmemiş, o kısmı senariste bırakmıştım.
Maket arabalarımızdan, kırmızı renk, üstü açık, gövdesi gemi biçiminde olanı seçtim. Günümüz arabalarından ise sınırlı sayıda üretimi olacağını açıkladıkları, Josh'ın yarışta kullanacağı arabadan sonra en iyi üretimimiz olan arabayı seçtim. 1980 modelle arasındaki uyumu yakalamak için özellikle kırmızı renkli olmasını istedim ve getirilmelerini beklerken stüdyonun yanında bulunan restoranlardan birine gittim. Uzun bir gece olacaktı ve ben bir daha yemek yemek için fırsat bulamayabilirdim.
Stüdyoya döndüğümde tahmin ettiğim gibi uzun bir süre oturmaya bile fırsat bulamadım. Senaristi, görüntü yönetmenleri, prodüksiyon çalışanları ve kostüm sorumlularının hepsiyle ayrı ayrı çalıştım. Saatlerce koşturdum ve kaça ayrıldığımı hiç sorgulamadım. Aynı anda iki üç kişiye birden cevap verdiğim dahi oldu. En sonunda kendimi arabanın koltuğuna attığımda hiç mecalimin kalmadığının yeni yeni farkına varıyordum. Telefonumu, stüdyoya gelmiş olduğumdan beri ilk defa elime aldım ve tuş kilidini açar açmaz gözüm saate takıldı. Saatin sabaha karşı beş olduğunu görmemle arabanın koltuğunda uyku pozisyonunu almam neredeyse bir oldu.
Tutulmuş olan boynumun ağrısıyla uyandım. Açabildiğim küçücük mesafeden, bulanık gören gözlerimi ovalayarak telefonuma uzandım. Saat sekizi geçiyordu, çekimlerin on gibi başlamasını planlamıştık. Başım çatlayacak kadar çok ağrıyordu. Çantamdan bir ağrı kesici alıp içtikten sonra arabadan indim. Tekrar uyuyakalmamak için dışarı, temiz hava almaya çıktım.
Güneş ışığı başımın daha şiddetli ağrımasına sebep oldu ama oksijene de çok fazla ihtiyacımın olduğunun farkında olduğum için sahil boyuna doğru yürümeye devam ettim. Yorulduğumda, dış görünüşünün bana çok çekici geldiği bir kafeye geçip kahve ve kruvasan sipariş ettim. Bitkinlikten, nefes almak bile zor geliyordu bana ama bu reklam filmini çektikten sonra tüm bu yorgunluğuma deymiş olacağını görecektim, emindim.
Tekrar stüdyoya döndüğümde ekip neredeyse tamamen hazırdı. Mankenimiz Alexis de gelince, Josh'ı sormak için Will'i aradım. Will, henüz kendisine ulaşamadığını söyleyince, telaşlanmamaya çalışarak, "Ne yap, ne et ulaş ona Will!" diyerek kapattım telefonu.
Vakit, öğlene yaklaştığında Josh hala yoktu ortalarda. Will'i sık sık arıyordum ama her seferinde, onu hiç durmadan aradığı dışında bir haber vermiyordu bana.Alexis'in de sıkılıp gitmek isteyeceğinden korkmaya başlıyordum artık. Gözüm sürekli onun üzerindeydi. Hiçbir şeyi beğenmeyip, hiçbir şeyden memnun kalmıyordu ama en azından buradaydı.
Bir kez daha içimden Josh'a söylenirken Will'in stüdyoya girdiğini görünce heyecanla kalkıp koşarak yanına gittim. Bu kez emeklerimin boşa gitmeyeceğini hissediyordum.
Ancak Josh yine yoktu ve Will'in de yüzünden düşen bin parçaydı. Benim meraklı bakışlarıma karşılık, "Hiç bir telefonuma yanıt vermedi," diye açıklama yaptı.
Sinirden köpürmek üzereydim. Hızla dizüstü bilgisayarımı çantasına tıkıştırdıktan sonra her tarafa saçmış olduğum defterlerimi ve kalemlerimi kol çantama atıp kolundan yakaladığım Will'i çekiştirmeye başladım. "Öyleyse biz de onu evinden alıp getiririz!" dedim öfkeyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON YOKUŞ
General FictionOrtak kahkahalarımız vardı oysa bizim; aynı anda, ritimli...