İn na elindeki mektubu katlayıp derin bir nefes aldı. Okuduklarının hiç birini anlamıyor; inanamıyordu. Bunca yıl çektiği acıların sebebi hemen yanında duran ve çektiği acıları hafifleten adam mıydı? Bu gerçek öylesine acımasızca duruyordu ki karşısın da direnemiyordu bile. Hemen az ileri de anneannesiyle oyun oynayan kızına baktı. Ona nasıl söyleyebilirdi babası sandığı adamın babası olmadığını… Gelmeyeceğini nasıl söylerdi. En önemlisi ise iki adam tarafından terk edildiğini…
Çalan telefonla düşüncelerinden sıyrılıp elindeki mektubu masaya bıraktı. Kendisini öylesine yorgun hissediyordu ki her an oturduğu sandalyeden düşüp bayılabilirdi. Bu yaşadığına ağlayamıyordu bile. Telefon ekranında yansıyan isme baktı. Arayan elbette ki park mindi. Telefonu açıp kızın konuşmasını bekledi. Konuştuğunda daha çok güçsüzleşeceğinden korkuyordu.
Park min ise beklentilerinin karşılığını verir gibi telaşlı telaşlı konuşmaya başladı.
“Neler oluyor in na. Mahkemeden senin adına bir zarf geldi? Bu zarf da neyin nesi oluyor.”
Elindeki zarfı evirip çeviriyor aklına gelen şeyin doğru olup olmadığını doğrulamak istiyordu. İn na derin bir nefes alıp verdikten sonra “o gitti.” Dedi. Bir çırpıda söylemişti işte. Park min’e; bir nefeste söyleyebilmişti ama ae cha’ya nasıl söylerdi? Neden park min’e söylemek kadar kolay olmuyordu?
Park min duyduğu şeyle nefesi kesilmiş bir şekilde telefona baktı. Gitmişti jea, bir çırpıda hepsini bırakıp gitmişti. En azından bir veda’yı bile hak etmemiş miydi? Bu derece mi nefret ediyordu? Telefonu kapatıp başını masaya koydu. Nefret etmekte de haklıydı jea. Nede olsa park min yüzünden gitmek zorunda kalmıştı. Ona “defol!” diyip kapıyı gösterdiği anı hatırladı.
Bir başkasının kocasıyken bile bu kadar acı çekmiyordu. Onun o bitkin halde “Gidemem!” diyişini hatırlıyordu. Çöktüğü yerden kaldırıp adamı hastanenin bahçesine kadar sürüklediğini hatırlıyordu. Onu duvara itip “Buradan hemen, şimdi defolup gideceksin!” diyişini hatırlıyordu. Onun çaresizce başını hayır anlamında sallayışına öfkeleniyordu.
İn na ve ae cha yeterince acı çekmişti. Yeterince ayrı kalmıştı sevdiklerinden. Başını dikleştirip “Gideceksin! Eğer gitmezsen ae cha’yı ve in na’yı senden alıp uzaklara; çok uzaklara gönderirim! Senin bulmana da asla müsaade etmem! Eğer Ae cha’nın seni baba olarak hatırlamasını, bir nokta kadar sevmesini istiyorsan hemen şimdi defolup gideceksin! Arkan da bir iz bile bırakmadan!” dediğini çok iyi hatırlıyordu. Sözleri öylesine acımasızdı ki jea’nın kalbine hançer gibi saplanıyordu.
Masadan başını kaldırıp ellerine baktı. Onu bu ellerle sürgün etmiş; onu bu ellerle göndermişti. Onu; Ae cha’yı; in na’yı bu ellerle parçalara ayırmıştı. İçine öylesine büyük bir pişmanlık oturmuştu ki dayanamayacağını hissediyordu. Onun gitmiş olması nefes almasını engelliyordu. İn na’ya bunu söylemeliydi. İn na ya bunu itiraf edip af dilemeliydi ama korkuyordu.
Deli gibi in na’nın kendisinden nefret etme ihtimalinden korkuyordu. Bu yüzden bir süre kendisine saklamaya karar verdi bu küçük sırrı. En azından jea’nın yerine geçip jea’nın yaptığı babalığın aynısını yapabilirdi. Nasıl olsa o da bir yabancıydı. Bu yüzden oturduğu yerden kalkıp ikisini de elinden geldiğince korumaya çalışacağına yemin etti.
**
İn na telefonu kapatıp masanın üzerine bıraktı. Gözüne takılan mektubu yeniden alıp düşünceli bir şekilde “ben ne yapacağım?” dedi. Jea’ya sadece gittiği için kızıyordu. Hyun wu ile ilgili bir yanlış yaptığını asla düşünmüyordu. Onları terk eden hyun wu’nun seçimiydi. Kimse başına silah dayamamıştı. Hatta biri başına silah dayasa bile in na asla kabul etmezdi. Eğer jea bu yüzden gittiyse bu bir saçmalıktı. Koca bir korkaklıktı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİYANGODAN EV ÇIKTI...!
RomanceYoo in sevgilisinin aldattığını öğrendikten sonra en yakın arkadaşında kalmaya başlar ve bir gün arkadaşının baskıları yüzünden dışarı çıkıp alış veriş yaparlar. Alış veriş sırasında kazandığı çekiliş bileti hayatını tamamen değiştirecektir. Hyun-wu...