M-22 "Seçilmiş kişi."

227 23 12
                                    

Gözlerimi açtığımda bembeyaz hastane duvarı göreceğimden o kadar emindim ki altına imzamı atardım. Gözlerimi açmak o kadar zor, o kadar imkansız. Hele de nerede olduğunu bilmek. Ölmeyi dilemiştim ama yine olmadı. Olanları utançla tekrar hatırladım. Sevdiğiniz çocuğun en savunmasız ve çaresiz halinizi görmesi der susarım. O kadar kötü, hatta berbat derecede utanç vericiydi. Böyle birşey olmuş olması yerin dibine dibine girmem demek oluyor. Nasıl yüzüne bakacağım? Ya da her yüzüne baktığımda o an aklıma gelecek. Allah'ım çıldırıyorum. Sen beni neyle sınıyorsun? Al canımı da kurtulayım artık. Rezil olmaktan yıldım.

Hayır, gözlerimi açmayacağım. Belki geri uyurum diye bekledim. Ama aklıma hep o an geliyordu. Lanet olasıca Anıl. Adın geçmeden bile beni alt edebiliyorsun. Bunların hepsi senin yüzünden ve tabi ki Kumsal'ın da hakkını yemeyelim.

Eminim bilse yapmazdı.

Yaaa tabi! Ne demezsin... Niye yapsın ki?

Kızın sevgilisine aşık olduğun için olabilir mi? Tabi ki de anladı. Nasıl anlamasın. Cin gibi kız. Kesin anladı.

Ayak sesleri duyduğumda düşünmeyi kesip kimin geldiğine odaklandım.

"Dediğim gibi daha kendine gelmedi. Merak etmeyin, ben ne yaptığımı gayet iyi biliyorum." Bu Can'ın sesiydi. Yoksa o mu getirdi beni hastaneye? Daha da büyük rezillik. Ses kesilince telefonu kapattığını anladım. Derin bir soluk verip telefonunu masaya bıraktı ve bana yaklaştığını hissediyordum. Gözümü açmamak için kendimi zor tuttum. İzleniyormuş hissi dünyanın en korkunç hissi olmalı.

"Hadi bakalım güzel kız. Artık uyanma vakti." Bakışlarının üstümde olduğunu anlamak için gözlerimi açmama gerek yoktu.

Bana güzel mi dedi o?

Ah bin derde bir tane daha eklemişti. Şimdi bu sözcüğü düşünüp ümitleneceğim. Kıyıya vuranlarda bugün başlığı altında topladığım tüm iltifatlarımı yakıp küllerini denize dökeceğim. Ve tabi bana gözyaşlarım eşlik edecek. Tüm bunların can yakıcı bir anlamı var: Boşuna ümitlenmek.

Parmaklarını saçlarımda hissettiğimde irkildim. Teması o kadar zarif ve iç ürperticiydi ki bir an geri çekilmek istedim. Parmaklarının uçları yüzüme indiğinde dokunduğu yerler karıncalanıyordu. Dayanamayıp gözlerimi araladım. Birde ne göreyim? Bana yandan masumca bakan tatlı suratı ile karşı karşıyaydım. Gözlerimi açtığımı gördü, gülümsedi. Ellerini saçımdan çekmedi. Sonra arka planı fark ettiğimde hastanede olmadığımı anladım. Evdeydim. Can'ın evinde. Siyah ama huzurlu odasını hemen tanıdım. Çalışma masası bomboştu. Sadece süs için orada duruyormuş gibi. Etrafa bakmak istedim ama gözleri beni esir alıyor kıpırdamamı istemiyordu.

Tatlı bir sesle "İyi misin?" Dedi.

'Sahi ya iyi miyim?' Kendimi nasıl hissediyorum? Nasıl hissetmeliyim? Canım acıyor mu? Yoksa olduğum gibi mutlu muyum?

"Bilmiyorum."

"Güzel." Bu cevabına ne karşılık vereceğimi bilemedim. Ne denilebilirdi? Onunla konuşmak bile istemiyordum ama o malum soruyu sormadan da edemeyeceğim.

"Neden buradayız?" Şimdi etrafa göz atma fırsatı bulmuştum. Duvarda bir sürü fotoğraf vardı. Üç kapaklı koca bir dolap ve hemen yanımızda komidin. Herşey alabildiğince siyahtı. Tek birşey bozuyordu. Kırmızı kalpli duvara diklenmiş bir ütü masası görüyordum. Komik değildi ama yine de sırıtmama engel olamadım.

"Benim evim yakın diye buraya geldik. Bir doktor arkadaşım vardı, onu çağırdım. Sakinleştirici verdi. Yani bugün deliler gibi piste çıkıp dans edersen sarhoş olduğunu düşünme."

× MUCİZE ×Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin